Her şey birkaç hafta önce karşı eve yeni komşularımızın taşınmasıyla başladı. Eskiden karşımızdaki evde alışveriş poşetlerini her gördüğünde elime tutuşturup sonra da ödül olarak bana en sevdiği limonlu şekerlerden veren Bayan Fitzgerald ve köpeği yaşıyordu. Bayan Fitzgerald köpeğiyle yaşayan sıradan yaşlı bir kadındı, bazen sinir bozucu olsa da iyi bir komşuydu. Sonra ansızın Fransa'ya taşınmaya karar vermişti, annemden duyduğuna göre küçük bir köyde sevimli bir villa satın almıştı ve koca bir çiçek bahçesi ekecekti. Bana verdiği limonlu şekerleri özlemeyeceğimi söylesem yalan olurdu, yine de artık beni her gördüğünde ısıracakmış gibi bakan köpeğini görmeyeceğim için mutluydum.
Yeni komşumuz Bayan Blake ve çocuklarıydı, benim yaşımdaydılar ama isimlerini bilmiyordum. Onları ilk kez eşyalarını taşıdıkları sırada görmüştüm, nedenini tam olarak söyleyemesem de ilk görüşte bile mutsuz bir aile izlenimi veriyorlardı. Belki de kendimden dolayı mutsuz aileleri saptamakta uzman olduğum içindi.
Annem karşı eve benimle yaşıt yeni birilerinin taşınmasını büyük bir fırsat olarak gördüğünden sürekli onlarla tanışmam için baskı yapıyordu, zaten anneme göre hayatta karşıma çıkan her şey benim çöpe attığım bir fırsattı. Beni sürekli bir şeylere iteklediğinden artık tepki bile veremiyordum, gördüğü her insana benim yaşıtımda çocukları olup olmadığını sorardı. Karşı eve yaşıtım birilerinin taşındığını görür görmez kapılarına dayanmadığına şükretmeliydim sanırım.
Aslında kız sıcakkanlı birine benziyordu, birkaç kez karşılaşmıştık ve bana dost canlısı bir şekilde gülümsemişti, gülümsediğinde gözlerinde parıltılar uçuşan o insanlardan biriydi. Normalde insanlarla arama mümkün olduğu kadar fazla mesafe koymak prensiplerim arasında olsa da sıcak gülümsemesi karşısında küçük bir tebessümle el sallamaktan kendimi alıkoyamamıştım. Çocuk ise... Ah, beni görmezden gelmişti. Yani şey, görmemiş de olabilirdi tabii. Çünkü gerçekten hoş biriydi ve ben maalesef fazla utangaçtım, ayrıca bir görenin ikinci kez dönüp bakacağı tiplerden de sayılmazdım. İkinci kez gördüğümde de dışarısı yağmurlu olmasına rağmen güneş gözlüğü takıyordu, ellerini cebine sokmuş, bakışlarını yere dikmiş ve herkese karşı gardını almış gibiydi. Düzgün bir şekilde yürümeseydi veya tek başına dolaşmasaydı kör olduğunu düşünecektim.
Yine de soğukluğuyla beni zoraki bir selamlaşmadan kurtardığı için ona minnettardım. Konu sosyalliğe ve insan ilişkilerine gelince insanlığın yüz karasıydım, birini gördüğümde aklımdan geçen ilk şey koşarak kaçmak oluyordu. Bu nedenle okul hayatım pek parlak sayılmazdı, kimse zorunlu olarak sosyalleşmek zorunda kaldığım bir yeri sevmemi bekleyemezdi.
Buna rağmen sınıftakilerle genelde iyi anlaşırdım çünkü kimseyi gücendirecek şeyler yapmaz veya söylemezdim, fakat tek bir arkadaşım vardı. O da psikologda tanıştığım Caitlin'di, kendisi aynı zamanda sıra arkadaşım oluyordu. Ayrıca ne zaman grup ödevi veya proje yapmak zorunda kalsak kiminle eşleşeceğimi biliyordum, anlayacağınız Caitlin hayatımdaki sabit noktaydı.
Psikoloğa gitmemin nedeni ise annemdi. Fazla içe kapanık olduğumu söyleyip duruyordu; ona göre daima kocaman bir gülümsemeyle ışık saçarak gezmeli, gördüğüm her insanın halini hatırını sormalı, telefon rehberimdeki insanların sayısını üç basamaklı tutmalıydım. Bir de geçmek bilmeyen karanlık fobim vardı tabii, anneme bunun çoğu insanda var olan sıradan bir fobi olduğunu söylesem de fayda etmiyordu. Çözülmesi gereken korkunç sorunlarım olduğuna kendini inandırmıştı bir kere ve psikologların da gerçekten bunları çözdüğünü sanıyordu. Aslını isterseniz hayır, onlar sadece sinirlerimi bozuyorlardı çünkü asıl tedaviye ihtiyacı olan annemi iyileştirmedikleri sürece bana yardım edemezlerdi. Psikoloğa gitmek yalnızca ailemizin aylık masraflarına fazladan bir kalem eklemek demekti, üstelik hiç de ucuz sayılmazdı, annemin bazen cüzdandan çıkardığı parayı sayıp bana uzatırken bayılacak gibi hissettiğini görebiliyordum. Yine de anneme bunu söylediğimde yararını ileride göreceğimi söylüyordu. İki yıldır...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DARK MOON
Teen FictionBelki de gerçek olan şey rüyalarımızdır... Ve bazen uzun süren bir sessizlik milyonlarca kelimeden daha fazla şey anlatır.