Şimdi beni kim düzeltecek?
Dibe batarken?
Beni kendimden kurtar, boğulmama izin verme.
Birbirine giren saç tutamlarımı parça parça ayırıp taramaya çalışırken sıkıntıyla iç çektim. Alt tarafı kafamı yastığa koyup dokuz saat boyunca tek kişilik yatağın el verdiği kadar hareket ederek uyumuş olabilirdim. Öyleyse nasıl oluyor da saçlarım tam tersini söylüyordu? Düğümlerin arasına takılan tarağı kurtarma çabama devam ederken aynanın önünde duran telefonum gelen bir çağrıyla titreyip olduğu yerden kayarak lavabonun içine düştüğünde sinirle küçük bir çığlık attım. Arayanın kim olduğunu tahmin etmeye bile gerek yoktu. Zamanlaması asla doğru olmayan arkadaşım Caitlin her zamanki gibi yirmi dört saatin içinde gidip olabilecek en yanlış zamanı seçmişti.
"Ne var!" diye çıkıştım telefonu açar açmaz.
"Ups... birileri yine yatağın ters tarafından kalkmış. Sana da günaydın, bebeğim." Olabilecek en neşeli ses tonunu takınıp sabah sabah yüzümü buruşturmama neden olacak bir kahkaha attı. Sabahları gülebilen insanlar üzerinde araştırma yapılması gerektiğinden yanaydım. Ve ileride bilimle uğraşan biri olursam –bunun olma ihtimali şu anda banyonun ortasında kutup ayısı belirme ihtimalinden daha düşüktü- yaptığım bu çalışmayla tüm ödülleri toplamayı umuyordum.
"Kate," dedim olabilecek en sinir bozucu ses tonumla. "Beni sabahları arama."
Arka plandan korna sesleri geliyordu. "Özel şoförlüğünü yapıyorum, hem de para almadan. Bence duymam gereken şey bu değildi. Hem tatil havasını üzerinden atsan iyi edersin, çünkü yarım saat içinde okul koridorlarında yürüyor olacaksın."
Sanki hatırlatmasa ölürdü. Okulun tadilatı bittiğinden tatilimiz de bitmişti ve tatille ilgili aklımda kalan tek şey... Efrain'di. Onu rüyanın içinde gördükten hemen sonra her şey bulanıklaşmış ve ilk kez uykudan uyanmadan normal bir uyku sürmüştüm. Gözlerimi araladığımda uyuyakaldığımız ağacın tam altındaydık ve o çoktan uyanmış, birbirine geçmiş dalların arasından gökyüzünü seyrediyordu. Üzerimde olan hırkasını fark etmemle neredeyse aptal aptal sırıtmaya başlayacaktım, ama tabii ki bunu yapmamam için oldukça geçerli nedenlerim vardı. Eve dönüş yolunda konuşmamıştık, ona rüyayla ilgili hiçbir şey sormamıştım çünkü aramızdaki sessizliği seviyordum. Belki de kelimeler olmadan her şey daha güzeldi.
"Alice, yaşıyor musun?" Caitlin'in sorusu zihnimdeki düşünce bulutunu darmadağın ederken tarak elimden düşmek üzereydi.
"Şey," diye geveledim. "Evet, evet, buradayım." Aslına bakılırsa zihnim çoktan düşler aleminde sonsuz bir gezintiye çıkmıştı bile, tek düşünebildiğim şey gözlerimin tam içine bakan gri gözler ve tenimdeki ince parmaklardı.
"Pekâlâ, on beş dakika içinde evin önünde ol, se-" Bir anda sözü kesildiğinde bu kez ben şüphelenmeye başladım.
"Caitlin?" deyip bir cevap alamayınca konuşmanın devam edip etmediğini kontrol etmek için telefonu kulağımdan uzaklaştırıp ekrana baktım, ancak konuşma sonlanmamıştı. "Caitlin?" diye yineledim.
"Aman Tanrım!" diye adeta ciyakladı aniden. İstemsizce yerimde sıçrarken suratımı buruşturdum, az kalsın korkudan telefonu tekrar düşürecektim.
"Birine mi çarptın?" diye sordum yarı şaka yarı ciddi.
"Hayır," dedi hızlıca, ansızın nefes nefese kalmıştı.
"O zaman..." durup düşündüm. "Johnny Depp'i falan mı gördün?"
"Hayır," dedi düz bir sesle. "Daha iyisi." Sonra yine heyecanlı bir sesle kulak zarımı tırmaladı. "Nelson!" Tabii ya, Caitlin başka neden heyecandan delirirdi ki zaten? "Az önce yolun kenarında Nelson'ı gördüm, kapatıyorum, seni almaya gelirim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DARK MOON
Teen FictionBelki de gerçek olan şey rüyalarımızdır... Ve bazen uzun süren bir sessizlik milyonlarca kelimeden daha fazla şey anlatır.