13- Buzla Kaplı Görünmeyen Gerçekler

2.2K 266 58
                                    

Korkutucu bakışları karşısında boğazım düğümlenirken tuhaf bir tepki vermemeye çalışıyordum. Yanağından aşağı doğru süzülen damlayı hızla yakalayarak elinin tersiyle sildi ve sanki hiç ağlamamışçasına suratına ifadesizlik maskesini taktı, bunu yapması sadece birkaç saniyesini almıştı. Sanki bir düğmeye basarak duygularını kapatmıştı. Nasıl böyle olabiliyordu? Bugüne kadar gördüğüm insanların tümünden farklıydı, üstelik bu farklılığı yalnızca fiziksel değildi. Yalnızca kurgusal evrende rastladığınız elf güzelliğindeki insanlara benzediği doğruydu, fakat bunun ötesinde bir buz kadar soğuk ve bir duvar kadar ifadesizdi. Ne var ki şu anda yüzünü hızlıca kurulamış olmasına rağmen ben hala şişmiş gözlerini, kızarmış burnunu ve hatta neredeyse yanağındaki gözyaşı izlerini görebiliyordum.

Aşağıdan bir kırılma sesi gelene dek birbirimize bakmayı sürdürdük. O, bana gözlerinden öldürücü oklar fırlayacak gibi bakarken ben muhtemelen arabanın far ışığını görmüş tavşan gibi şaşkın şaşkın bakıyordum. Sertçe yutkunarak geriledim, bunu refleks olarak yapmıştım. Bana bu mesafeden fiziksel bir zarar veremeyeceğini biliyordum, ama bunu bilmek güvende hissettirmiyordu. Dürüst olmak gerekirse birine fiziksel zarar verecek türden biri olduğunu düşündüğümden de değildi, yalnızca tehditkar ve hırçın bakışları ödümü koparıyordu o kadar.

Annemin çığlığı evi sarstığında arkamı dönerek kapıya koştum. "Anne!" Merdivenlerden telaşla inerken bağırdım, ayaklarım birbirine dolanmıştı sanki. Akan makyajıyla son derece korkunç görünüyordu ve salonun ortasına sağa sola koşuşturarak eline geçen her şeyi ardı ardına duvara çarpıyordu.

"Sakin ol," dedim ben bile paniklemişken. Az önce yaşananlardan dolayı kalbim hala küt küt atarken bir de sinir krizi geçiren annemle karşılaşmam iyi olmamıştı. Onu durdurmayı deneyecek bir hamlede bulunmaya korkuyordum, eğer kontrolünü tamamen yitirdiği bir noktadaysa eline geçenleri üstümüze savurduğu da olurdu. Dış kapı aniden açıldığında babam apar topar içeri girdi. "Alice, odana çık!" diye bağırdı otoriter bir sesle, fakat buna hiç de niyetim yoktu. Onları burada yalnız bırakmanın iyi bir fikir olduğunu hiç sanmıyordum, annem zaten aklını yitirmiş haldeydi ve normalde de ateş ve barut gibi patlamaya hazır halde bekleyen ebeveynlerimin bu durumda birbirini boğazlaması işten bile değildi. 

Annemin yanına giderek sıkıca kollarını tuttu, onu şiddetle sarsıyordu. Annem ellerinden kurtulmaya çalışırken akıl hastasına benziyordu, tırnaklarıyla babamın yüzüne hedef aldı, yırtıcı bir kaplan gibiydi. "Angie! Alice buradayken bunu yapma, kendine gel, anladın mı? Kendine gel! Çevredeki tüm insanları korkutuyorsun." Komşuları kastediyor olmalıydı, ama endişe ettiği şey buysa az önce tanık olduklarımdan yola çıkarak söyleyebilirdim ki yan komşularımız aile dramalarına aşinaydı, tabii bu konuda kimsenin bizim elimize su dökebileceğini sanmıyordum, orası ayrı.

"Beni rahat bırak!" Tiz çığlığı odadaki camları titretti, tüylerim diken diken olmuştu. Annem son gücünü de çırpınmak için harcadıktan sonra cansız bir yığın gibi yere düştü. Babam cam kırıklarını etrafından çekmeye çalışırken hâlâ babamı itmeye çalışıyordu. Dehşete düşmüş bir şekilde onlara bakarken neden bu kadar berbat bir hayatım olduğunu düşündüm. Son zamanlarda her şey daha kötüydü, eskiden en azından sadece mutlu değildik; şimdiyse mutsuz, gürültülü, yorucu ve hastalıklı bir aileydik. Domino taşları sorunları daha fazla taşıyamayarak devrilmişti ve hepimize sıra gelecekti. Benim taşımın da devrilmesine az kaldığını biliyordum, yakında sorunların ağırlığı altında ezilecektim.

"Alice!" diye bağıran babam beni dünyaya döndürdü. "Sana odana çıkmanı söylemiştim!" Annemi zapt etmeye çalışırken bitkin düştüğünü gözlerindeki ifadeden anlayabiliyordum.

DARK MOONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin