56- Okyanus Kenarında Deniz Kabuklarıyla Kıyıya Vurmuş Bir Masal

596 93 26
                                    

Annemin ve babamın tartışmasını böldükten sonra bunun çok da iyi bir fikir olmadığına karar vermiştik çünkü sarhoş annem çok geçmeden sızıp kalmıştı ve ben de işleri fazla zorlamadan uyumaya karar vermiştim. Evet, tam olarak böyle yapmıştım çünkü doğduğunuzdan beri bir kaosun içinde sürüklenmeye alıştığınızda hiçbir şey sizi etkilemiyordu. Annenizin kafayı sıyırdığını gördükten sonra yatağınıza uzanıyordunuz ve o an aklınıza takılan şey perdenin simetrik bir şekilde durmaması oluyordu. 

Kalkıp hiçbir şey olmamış gibi perdeyi düzeltirken bulutların arasından göz kırpan dolunayı görmemle nefesim tutuldu. Kafam o kadar dağılmıştı ki günlerdir iple çektiğim dolunayın bu gece olduğunu unutmuştum.

Uykuya dalmayı başarırsam her şey yoluna girecekti. Ve ben de öyle yaptım.

***

Kulağımı okşayan dalgaların sesiyle rüyada olduğumu fark ettiğimde gözlerimi bile açmama gerek yoktu, gözkapaklarımın ardındaki sonsuz siyahlığın içinde parlayan devasa gri ayı görebiliyordum. İlk zamanlarda gördüğüm rüyalar beni dehşete düşürüyordu, çünkü belirsiz ve karanlıktılar. Ama beni daha da korkutan şey o belirsizliğin içinde beni saran korkunun içinde bulduğum bir parça huzurdu; kaynağını bilmiyordum, çözemiyordum, kaybolmanın neden güven verici bir yanı olduğunu anlamlandıramıyordum. Şimdi hepsi çözülmüştü, burası ait hissettiğim yerdi. Burası ait hissettiğim insanla sadece bana özel olan yerdi. Kimse bizi rahatsız edemezdi, sadece ikimizin hayal gücü ve biz vardık, başka hiçbir şeye yer yoktu. Korkuya, endişeye, üzüntüye, kaygılara... Kötü olan hiçbir şeye.

Minik bir kayığın içinde uzanıyordum ve ellerimden biri aşağı sarkıyor, parmak uçlarım yavaşça hareket eden dalgalara değiyordu. Üzerimde mavi çiçekler vardı, tüm kayığın içini kaplıyorlardı ve muhtemelen burnuma gelen muhteşem kokunun nedeni bu çiçeklerdi. Mavinin her tonunda çiçek vardı resmen, ay ışığıyla çok yapay bir şekilde parlarken aynı zamanda çok gerçek gözüküyorlardı; ikisinin aynı anda nasıl mümkün olduğunu anlamıyordum, fakat buna kafa yormayı bir süre önce bırakmıştım. Rüyalarımın olayı da buydu zaten. 

Mavi kristalden yapılmış gibi görünen çiçeklerin gümüş ay ışığının altındaki nefes kesen ışıltısı başımı döndürüyordu. Kristal gibi görünen bu çiçeklere dokunduğunuzda ipek veya kadife gibi hissettiriyordu.

Üzerimde koyu mavi tül bir elbise vardı, masallardaki prenseslerin giyeceği türden bir geceliğe benziyordu. Gözlerimi gökyüzünden ve dolunaydan ayırmadan dalgaların beni istediği yere ulaştırmasını bekledim, gümüş renginde bir ışık her yeri kucaklıyordu, sırf gökyüzüne bakmak bile Efrain'in kollarında olmak gibiydi.

Burnuma çiçekleri bile gölgede bırakacak kadar güzel ve aşina olduğum o koku geldiğinde derin bir nefes alıp soluğumu tuttum, kalbim tekledi ve gözlerimi kapadım. Sanırım hiç alışamayacağım bir şey varsa o da onu görmenin heyecanıydı, bunu asla aşamayacaktım ve bundan hiç şikayetim de yoktu.

Bir el usulca omzuma dokunduğunda parmak uçlarından vücuduma yayılan hissi tarif etmek güçtü. Uzun süre soğukta bekleyip tüm uzuvlarınız donma noktasına geldikten sonra hissedilen sıcaklık gibiydi, biraz şaşırıyordunuz çünkü vücudunuzun beklemediği bir şeydi. Bunun yanında biraz ürperiyor hatta titriyordunuz, garip bir şekilde acı verici bir yanı da vardı. Ama nihayetinde rahatlıyordunuz, tüm kaslarınız gevşiyordu, başka bir şey düşünmeyi bırakıyordunuz çünkü ihtiyacınız olan şey buydu. Tatlı bir uyuşukluk hissi.

Gözlerimi araladım, gökyüzündeki ayı andıran kusursuz gözlerine baktım, iskelenin ucunda duruyorduk. Çıkmama yardım etti, üzerimden dökülen çiçeklerin bir kısmı kayıkta kalırken bir kısmı suya düştü ve mükemmel bir tabloyu andırırcasına suyun üzerinde öylece kaldılar.

DARK MOONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin