15- Gece Yarısı Kabusu

2.2K 243 27
                                    

Uykuyla uyanıklık arasındaki ince çizgide gidip gelirken emin olduğum tek bir şey vardı: burada olmamalıydım. Bu kâbus veya rüya -her neyse- bunun içinde bulunmamalıydım. Ama bir şekilde kendimi buraya ait hissetmekten de alıkoyamıyordum. Sanki daha önceki tüm hayatımı burada geçirmiş ve sonra birileri tarafından hafızam kalıcı olarak silinmişti. Geride kalan tanıdık birkaç parça anıyı zorlayan şeyler etrafımdaki manzaraydı, derinlerde bir yerlerde bana buraya tuhaf bir bağlılık hissettiren bir his duyuyordum. 

Tanıdık görüntülerin çıkarmaya zorladığı anılar, zihnimin kırılan pencerelerinden içeri süzülmeye çalışırken iyiliğim için ona engel olmaya çalışan bir şeyler vardı. Bu aşinalık hem hüzünlü hem de güven vericiydi, adını koyamadığım bir sezgi bana burada güvende olduğumu söylüyordu, ancak aynı zamanda burada insanı derin bir kedere boğan bir şeyler vardı. Sanki ömrümün en mutlu ve en acı anlarını burada yaşamış, ölmüş ve tekrar dünyaya gelmiştim, önceki yaşamıma dair anımsayamadığım hatıraların sızısını duyuyordum.

Sırtüstü uzanmış bir halde ileride havada asılı duran parlak gri aya bakarken temiz havayı derince soludum. Ellerimin altındaki çimenler ay ışığı vurmasına rağmen fazlasıyla karanlık görünüyorlardı, gerçekten yeşil olduklarını net bir şekilde söylemek zordu. Yerden destek alarak doğruldum ve yüzüme çarpan serin rüzgâra karşı dağılan uzun saçlarımın yüzüme gelmesini engellemek için kulağımın arkasına sıkıştırdım.

Üzerimdeki siyah salaş elbisenin -bunu giydiğimi hatırlamıyordum- tozlarını silkeleyerek dar patika boyunca ilerlemeye başladım, adımlarım bir hayalet kadar sessizdi. Ağaçlar bazı yerlerde sıklaşırken, bazı yerlerde seyrekleşerek yerlerini gür ot topluluklarına bırakıyorlardı. Gökyüzünde tek bir bulut yoktu, herhangi bir yıldız da yoktu; sadece olması gerekenin beş katı büyüklüğünde, insanda hayranlık uyandıracak kadar güzel bir ay vardı. Parlaklığı ağaçların dal ve yapraklarına düşerek sanki gümüşten yapılmışlar görüntüsü veriyordu. Burası her bir zerresiyle hayran olunmak için yapılmıştı. 

Yerde duran kuru dal parçalarından birine takılıp dengemi kaybettiğimde ağacın gövdesine tutunmayı başararak son anda yere kapaklanmaktan kurtuldum. Elbisenin uzun kollarından bir parçası kuru gövdeye takılıp yırtılarak orada asılı kaldı. Tuhaf bir simgenin yanında...

Simgenin ne olduğunu daha iyi görebilmek için iyice yaklaşarak baktığımda bunun bir simge değil, yan yana kazınmış harfler olduğunu gördüm. Ağaca derin olmayan bir biçimde kazınmış harflerin üzerinde parmağımı gezdirdim. Parmaklarım harfleri takip etmeyi bitirince ortaya çıkan kelime hafifçe kaşlarımı çatmama neden oldu. A-L-I-C-E.

Bunun ismim olmasını tuhaf bir tesadüften kabul ederek geçmeli miydim? Yoksa altında yatan bir neden var mıydı?

Ürkütücü bir tesadüften ibaret olduğuna kendimi inandırmaya çalışarak yoluma devam ettim. Madem bir rüyadaydım ve madem bunu kontrol edebiliyordum, o halde mantıklı davranarak tadını çıkarırdım. Bazı insanların rüyaları üzerinde kontrol sağlayabildiğini birkaç yerde okumuş ve duymuştum, şu ana dek ilk kez başıma geliyor olsa da imkansız bir şey değildi. Yer yer zeminin kayganlaştığını fark ederek adımlarıma dikkat ettim. Üç büyük ağacı daha geçtikten sonra ormandan çıkmıştım. Önümde uzanan eşsiz manzaraya baktım. Tanrım...

Pekâlâ, bu lanet olası bir rüya olabilirdi, ama en azından artık hayatımda gördüğüm en güzel yeri tarif etmelerini istediklerinde ne anlatacağımı çok iyi biliyordum. Beyaza benzer bir renkte parıldayan ince kum taneleri sonsuzluğa uzanıyormuşçasına yeri kaplıyordu. İleride, denizle birleştiği yerde kum taneleri iyice ıslanarak birbirine yapışmış ve koyu beyaz rengini almışlardı. Deniz, ayın harika bir yansıması olarak parlak griydi; hafif rüzgârda dalgalanan çarşaf gibi dümdüzdü ve arada küçük dalgalarla hareketleniyordu, üzerine simler serpiştirilmiş gibi parıl parıl parlıyordu. 

DARK MOONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin