Gece boyunca aynı kâbusu gören birisi ne kadar uykusunu alabilirse o kadar iyi hissediyordum işte, başımda uykusuz gecelerin ardından size eşlik edip gününüzü de mahveden o can sıkıcı ağrı vardı. Kendimi bahçedeki salıncağın üzerine bırakarak bacaklarımı kendime çektim ve rahat bir pozisyon bulduktan sonra elimdeki kitabın kapağını çevirdim. Kendimi dünyadan soyutlamayı seviyordum, fakat çevremdekilere göre bu yapmamam gereken bir şeydi. Hadi ama, dürüst olalım, kitap karakterlerinin hayatları bizimkilerden çok daha güzeldi ve kendi sıkıcı hayatımın karmaşasında boğulmaktansa farklı karakterlerin hayatının bir parçası olmayı tercih ederdim. En azından orada kimse boş laflarıyla sizi sıkmıyordu, ne yapacağınıza karışmıyordu, sizi hayal kırıklığına uğratmıyordu. Ayrıca her ne kadar onların hayatlarının bir parçası gibi de hissetseniz sayfalar aranıza güvenli bir mesafe koyduğu için daha kontrol edilebilir ve güvende hissettiriyordu.
Hırkamın kollarını parmak uçlarıma kadar çekerek soğuğu engellemeye çalıştım, sabahtan beri gökyüzü gri bulutlarla kaplıydı ve insanın içini ürperten tuhaf bir sesle buz gibi bir rüzgar esiyordu. Normal insanlar bu havada bahçede oturmazlardı, ancak ne var ki ben de normal biri değildim zaten. Ev sıcak olabilirdi, ama yalnız başıma soğukta oturmak çok daha güzeldi. Belki de bunun nedeni evin yalnızca somut anlamda daha sıcak bir yer olmasıydı, insanlar genelde evi ruhen güvende ve sıcacık hissettiği bir yer olarak tanımlarken bizim evde hep soğuk rüzgarlar eserdi. Bu nedenle evde yirmi derecede oturup üşümektense burada üç derecede kalın hırkamla oturup huzurlu hissetmeyi tercih ederdim.
Annemin elindeki çay bardağıyla önümde dikildiğini fark etmem için hafifçe öksürmesi gerekti, soğuk rüzgarın kokusuna tarçın ve taze çay kokusu karışıyordu. "Hasta olacaksın," dedi diğer elindeki battaniyeyi yavaşça omuzlarıma örterken. "Sana çay getirdim."
Dikkatimi kitaba geri odaklarken kafamı uyuşuk bir şekilde aşağı yukarı salladım, omuzlarıma inen battaniye çok iyi hissettirmişti, yumuşacık kenarı hafifçe yanağıma sürtündüğünde neredeyse gülümseyecektim. Ben çoktan gittiğini düşünürken, "Kabul etmeyeceğini biliyorum, fakat..." diye cümleye başlayarak hala orada durduğunu belirtti.
Bakışlarımı okuduğum satırlardan çekerek kafamı yukarı kaldırıp ona baktım. "Evet?"
Annem yüzüne yine şu beni kandırarak bir şeylere ikna etmeye çalıştığında takındığı ifadeyi yerleştirmişti. Karşınızdakini aptal yerine koymaya çalışıp zekasını küçümsediğinizde yüzünüzde bazen fazla sevimli bir ifade belirirdi, bunun nedeni karşınızdaki kişinin buna inanacak kadar saf olduğunu düşünmenizdi ve hayır, karşınızdaki kişi genelde düşündüğünüz kadar saf olmazdı. Bu yüzden de birini ikna etmeye çalışırken bu gülümseme genelde ters teperdi. "Şu yan eve taşınan yeni kız-"
Konuşmanın gerisini kolaylıkla tahmin ederek sözünü kestim. "Kabul etmeyeceğimi bilmene sevindim," dedim kaşlarımı havaya kaldırıp iç çekerken.
"Alice, lütfen böyle yapma, h-"
"Merhaba." Arkadan gelen ince kız sesiyle annem konuşmasını yarıda bırakarak bana göz kırptı ve arkasını döndü, ses fazlasıyla nazik ve tedirgin çıkmıştı. Kız salıncağın boşta kalan kısmına otururken utangaç bir şekilde gülümsedi. "Umarım rahatsız etmiyorumdur." Ediyorsun...
Rüzgarın şiddetle yüzüne savurduğu sarı bukleyi yavaşça kulağının arkasına geri iterken dizlerini birbirine bastırdı. Kelimeleri toparlamak için zaman kazanmak ister gibi öksürüp boğazını temizledi, parmaklarıyla oynuyordu. "Ben diyecektim ki acaba okul alışverişi yapmamda yardım eder misin?" Hayatta olmaz... "Yeniyim ve buraları bilmiyorum. Elimde bir haritayla dolaşmak da sıkıcı olur diye düşündüm." Beklentiyle bana baktı, kardeşininkinin aksine onun gözleri saf bir gri değildi, mavi ve grinin karşımı ama daha çok maviye yakın olan daha sıcak bir renkti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DARK MOON
Ficção AdolescenteBelki de gerçek olan şey rüyalarımızdır... Ve bazen uzun süren bir sessizlik milyonlarca kelimeden daha fazla şey anlatır.