14- Geçmişin Karanlık Gölgesi

2K 256 37
                                    

Sözcükler bir araya geldiğinde gerçek olduğunu kabul etmek istemediğim şeyler kulaklarımın uğuldamasına ve kendimi fazlasıyla güçsüz hissetmeme neden oldu. Çok fazla duyguyu aynı anda yaşadığım için tepki bile veremez haldeydim, adeta öylece donup kalmıştım. Ön yargılarım için kendimden utanıyordum, böyle korkunç bir şey yaşamak zorunda kaldığı için onun adına üzülüyordum ve kendini açıklamak isteyip susmak zorunda kaldığı her an için hayatın adaletsizliğine öfke duyuyordum. 

Onun da herkes gibi olduğunu düşünmüştüm, benimle konuşmak istememesinin nedeninin benim bir kaçık olduğumu düşünmesinden kaynaklandığını sanmıştım. Ama konuşamıyor olma ihtimali bir an için bile aklımın ucundan geçmemişti. Bir anda etrafımdaki her şey benden hızla uzaklaşmış, zihnimin terkedilmiş bir sahneyi andıran boşluğunda yapayalnız kalmıştım. Spot ışıkları tam tepemde yanarak başından beri gözümün önünde olan gerçekleri aydınlatıyordu, bense hangisine bakacağımı bilemez haldeydim.

"Yani o... sağır ve dilsiz mi?" diye sorabildim konuşma yetimi geri kazanabildiğimde. Neden bu kadar sarsıldığıma anlam veremiyordum. Aklımdan geçen onca ihtimal arasında onun konuşamıyor oluşu yoktu, onu kafamda seri katillerle aynı kefeye koyup paranoya yaparken basit bir gerçeği es geçtiğime inanamıyordum. Utancımdan yerin dibine geçebilsem o an yok olurdum.

"Hayır," dedi Jade, sıkıntılı bir biçimde nefesini dışarı üflerken. "Sağır değil, yalnızca dilsiz."

"Nasıl yani?" Bu konuyla ilgili ayrıntılı bir bilgi birikimim olmamasına rağmen bir insanın dilsiz olması için sağır olması gerektiğini biliyordum. Yani tabii eğer doğuştan geliyorsa. Fakat öte yandan detayları sormaya çekiniyordum çünkü hem beni ilgilendirmezdi hem de bunları anlatmak Jade için kolay olmasa gerekti, ne kadar incindiğini ve zorlandığını gözlerindeki bakıştan bile anlayabiliyordum. Aniden gözlerindeki parıltılar yerini solgun ve derin bir kedere bırakmıştı.

"Alice, bu gerçekten çok uzun bir konu," derken konuşmak istemediği her halinden belli oluyordu.

"Yeterince vaktim var," dedim onu ikna edebilme umuduyla. Sanırım bu hayatımda yaşadığım nadir anlardandı. Belki de ilk kez ben birisine konuşmak için yalvarıyordum. Annem görse gurur duyardı, hatta heyecandan bayılabilirdi. Psikoloğumun ne tepki vereceğini düşünmek dahi istemiyordum çünkü belli etmese de benden umudu keserek bana "umutsuz vaka" teşhisi koyduğunu anlayacak kadar aklım vardı. Konuşmadığım zamanlarda insanları ve davranışlarını çok dikkatlice izlerdim ve bu da bana çok şey kazandırmıştı.

Aslına bakılırsa bu konu hakkında üstelemeye hakkım olmadığının farkındaydım, yine de merakıma engel olamıyordum ve dürüst olmak gerekirse o an gerçekten de Jade'in acılarını paylaşıp ona destek olmak istemiştim. Yersiz merakımın nedeni sırf fazladan bir şeyler öğrenmek değildi.

Jade dudaklarını birbirine bastırırken gözüme güçsüz, küçük bir kız çocuğu gibi göründü; herkesi büyüleyen o ışıltılı gözlerin ardındaki gözyaşlarını ilk kez görüyordum. Tanıştığımızdan bu yana onun daima neşeli bir insan olduğunu, hayatın karanlık tarafıyla hiç karşılaşmadığını ve kaderin ona hep aydınlık yüzünü gösterdiğini düşünmüştüm. Dünyanın en içten gülümsemesinin ardında kalp kırıklıkları saklanıyor olabileceği aklıma hiç gelmemişti. "Neden bilmek istiyorsun ki?" diye sordu kafasını öne eğerken, iç çekerek ellerini kotunun arka cebine soktu.

"Arkadaşız sanıyordum?" derken adi pisliğin teki olduğumu düşünmeden edemedim. Bunu hiçbir zaman içten hissetmemiştim, bu yüzden şu anda bunu söylemem kozdan başka bir şey değildi. Ancak sahiden bu bunu kalbimin derinliklerinden hissederek söylemiştim, ona destek olmak ve elini tutmak istiyordum. Bir açıdan benzer olduğumuzu düşünmek ve onun yaşadıklarına rağmen güçlü duruşunu koruması bende hayranlık ve sempati uyandırmıştı.

DARK MOONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin