Şubat ayının son haftasına girmemize sadece birkaç gün vardı ve çoğu insan için bu, bahar günlerinin habercisi olabilirdi; ancak Kanada'da yaşayan biri için sabah uyandığınızda evin önünde dizinize kadar gelen karla güne merhaba demekti. Hatta üstüne bir de buna asla şaşırmamaktı.
Sıradan bir perşembe günüydü ve kar botlarımla karın içinde bata çıka ilerlerken arka bahçeden çıkıp elinde bir kürekle karşıma dikilen babam irkilmeme neden oldu. Anlaşılan benden çok daha erken uyanmış ve işe gitmeden önce evin önünü temizlemek istemişti; evet, Kanada'da yaşamak bir de babanızın daima olası bir kar yağışına hazırlıklı halde elinde kürekle beklemesiydi. Aldatıcı güneş tüm parlaklığıyla tepede duruyordu ve yerdeki taze kar örtüsünün üstünde kristal parıltılar oluşturmasına rağmen bir nebze bile ısıtmıyordu.
"Anlaşılan bir süre daha kar lastiklerini çıkarmamak gerek," diye söylendi babam kendi kendine. Kıpkırmızı burnuyla söylenirken küçük bir çocuğu andırıyordu.
"Günaydın," dedim haline sırıtarak.
"Günaydın," diye karşılık verdi ve başarısızlığını kabullenip küreği derin kar birikintisine saplayarak bereden çıkan saç tutamlarını tekrar içeri soktu.
"Okula gitmeden önce köşedeki kafede birlikte kahvaltı etmeye ne dersin?" diye sordu. Söz ettiği kafenin kahvaltıları şahane olmasına rağmen kıyıda köşede kalan bir yer olduğundan genelde boş olurdu ve sıcacık, küçük atmosferiyle hayali bile insana evet dedirtmek için yeterliydi. Ayrıca karnım zil çalıyordu, ballı çörek ve çikolatalı kreplerin hayali gözümün önünde yanıp sönüyordu.
Babamla kafeye doğru yürürken kaldırımların temizlenen tarafını kullanıyorduk ve annemlerden bahsederek biraz dedikodu yaptık. Fakat sonra güne tatsız başlamamak adına babam buz hokeyi hakkında konuşmaya başladı, buz hokeyine resmen aşıktı ve ilgi alanıma girmese de onu hevesle bir şeyler anlatırken dinlemeyi severdim. Babam içindeki çocuk ruhunu asla bastıramayan kocaman bir adamdı.
Bahsi geçen kafe -Tarçın- her zamanki gibi neredeyse boştu ve kapıyı aralar aralamaz beni saran sıcak havayla kahve, tarçın ve tatlı çörek kokusu yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirmeye için fazlasıyla yeterliydi.
Babam ayılmak için sert bir kahveyle ballı çörek isterken ben de bol kremalı ve sütlü bir kahvenin yanında pankek tercih ettim. Okula giderken kahvaltı yapma alışkanlığım pek yoktu, fakat babamla yaşamaya başladığımdan beri bu değişmişti. Ayrıca işin daha iyi yanı haftaya pazartesinden itibaren artık Alan da bizimle yaşayacaktı, annemle babam bu konuda günlerdir tartışıyordu, ancak sonunda Alan son noktayı koymuştu. Annemle babam farkında olmasa da artık küçük bir çocuk olmadığını, kendi kararını kendi verebileceğini söyleyerek geriye söylenecek söz bırakmadığında annemlerin yüzündeki ifade görmeye değerdi doğrusu.
Babamla Alan'ın odasını çoktan hazırlamıştık bile, evde bir sürü boş oda vardı. Evin kocaman bahçesi de vardı, ama tek kötü yanı camdan baktığımda karşıda Efrain'i görememekti. Yine de Efrain Örümcek Adam gibi her gece odama tırmanmaya başladığından beri bunun eksikliğini daha az hisseder olmuştum.
Babamla harika bir kahvaltı ettikten sonra o metroya gitti, ben de bir taksi tuttum. Gece geç uyuduğum için hala durup durup esniyordum, ama neyse ki okulun bahar etkinlikleri öncesi hafta sonuyla birlikte tam beş günlük bir tatilimiz vardı. Hem de tatil yarın başlıyordu, tatlı sabah uykusunun hayali yol boyunca aklımdan çıkmak bilmedi.
Okul kapısından adım atar atmaz Jenny adeta üstüme atladı ve ben yine sabahın köründe bu enerjiyi nereden bulduğunu merak ettim, enerjik veya neşeli olmadığı zamanların toplamı ancak benim mutlu olduğum zamanlara denk olabilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DARK MOON
Novela JuvenilBelki de gerçek olan şey rüyalarımızdır... Ve bazen uzun süren bir sessizlik milyonlarca kelimeden daha fazla şey anlatır.