Rüya, her zamankinden daha garip bir şekilde başladı. Perdenin arasından zar zor süzülen güneş ışıkları gibi beynimin içine iyice işlerken kendimi evimizin birkaç metre ilerisindeki sokakta yapayalnız bekliyorken buldum. Hava titreyeceğim kadar soğuk ve hafif sisliydi. Bugün giydiğim kıyafetlerin aynısı üzerimdeydi. Etrafıma bakınıp herhangi bir şey görmeye çalıştım, ancak görünürde hiçbir şey yoktu. Önüme düşen saç tutamlarını geri itip elimi montumun cebine soktum ve olduğum yerde bir süre daha hareketsizce dikilmeye devam ettim. Nedense içimde bunun diğer rüyalar gibi olmadığına dair bir his vardı, bu nedenle bir işaret bekliyormuşum gibi kıpırtısızca olduğum yerde durdum. Ta ki uzaktan gelen müzik sesini duyana kadar.
Fazla uzakta olmadığına emindim, fakat net bir şey söyleyemiyordum. Sesin geldiği tarafa doğru yürürken saatin kaç olduğunu merak ettim çünkü yol fazlasıyla ıssızdı, uzaktan duyulan müzik dışında dünyadaki her şey durmuştu sanki. Çok geçmeden sesler iyice duyulmaya başladı ve gürültülü elektronik müzik kulaklarımı tırmaladı. Evimizin görüş alanıma girmesiyle ister istemez şaşırdım çünkü ses bizim evden geliyordu. Ayrıca neredeyse tüm ışıklar açıktı; evin bahçesinde ambalajlar, bira şişeleri ve sigara kutuları gibi bir sürü çöp vardı.
Fazlasıyla şaşkındım çünkü daha önce evimizde parti verildiğini hatırlamıyordum. Annem sorunlarına gömülmeden önce bazen yemekler ve kutlamalar düzenlerdi, ama bunlar bahçemizi çöp konteynırına çevirmeyecek şekilde ayarlanıyordu. Alan'ın daha önce parti verdiğini hatırlamıyordum, evimiz genelde sıkıcı ve sessiz olurdu.
Büyük adımlarla bahçe kapısını geçip dış kapının önüne geldiğimde tam içeriye girmek üzereydim ki nereden çıktığını anlamadığım bir adam beni durdurdu. Afallamış halde kolumu tutan eline ve robot gibi duygusuz bir ifadeyle çevrelenmiş yüzüne baktım. Koruma olduğuna şüphe yoktu. "Parola," dedi yüz ifadesi kadar duygusuz bir sesle.
"Parola mı?" dedim hayretle. "Burası benim evim."
"Yanlış," dedi adam tavrını hiç bozmadan.
"Ne?" Neşeden uzak bir şekilde güldüm. "Şaka mı yapıyorsun?"
"Parola," diye yineledi. "İçeri girmek istiyorsan, doğru parolayı söylemek zorundasın. Bu partiye sadece davetliler katılabilir."
Kolumu çekerek kurtardıktan sonra bir adım geri çekilerek yüzüne daha iyi bakmak için kafamı kaldırdım. Beş metre falan olmalıydı. "Bu kuralın evin sahibi için geçerli olduğunu sanmıyorum," dedim kendimden emin bir tavırla. "Ve ayrıca benim evimde düzenlenen bir partiye girmek için saçma sapan bir parolaya ihtiyacım olduğunu da."
"Parola," dedi adam takılı kalmış bir plak gibi. Dişlerimi sıkarak öfkemi kontrol altına almaya çalıştım.
"Bak ne diyeceğim," dedim uzlaşmacı bir tavır sergilemeye karar verdikten sonra, "neden sadece geçmeme izin vermiyorsun? Partiyi mahvedecek halim yok."
"İsmin?" dedi adam, tek kelime söyleme politikası üzerinde bu kez bir değişiklik yaparak.
Tamam, bu bildiğim bir soruydu en azından. "Alice," dedim bıkkınlıkla nefesimi dışarı verirken. "Alice Wilson."
Adam siyah ceketinin cebinden bir kalem ve bir kâğıt çıkarıp incelemeye başladı. "Alice," dedi, bakışları kâğıdı tararken. "Alice... Alice... Alice..." kâğıdı incelemeye devam ederken bir yandan da kısık sesle ismimi mırıldanıyordu.
"Evet," dedim en sonunda dayanamayıp araya girerek. "İsmim bu şekilde telaffuz ediliyor."
Kâğıdın üzerinden doğru bana sert bir bakış atıp bu kez soyadımı tekrarlamaya başladı. "Wilson... Wilson... W-"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DARK MOON
Teen FictionBelki de gerçek olan şey rüyalarımızdır... Ve bazen uzun süren bir sessizlik milyonlarca kelimeden daha fazla şey anlatır.