Gri duvarları, paslı demir kapısıyla iç karartıcı bir yerdi yetimhane. Altı katlı, uzun koridorlarında kimsenin fark etmediği ya da görmezden geldiği olayların döndüğü iğrenç bir yerdi.
Jeongin, burada yaşamaktansa çöplüğü tercih ediyordu ancak her seferinde birileri bir şekilde kolundan tutup bu yere geri getiriyordu. Defalarca kaçmıştı ve defalarca başarısız olmuştu.
Kaldığı yetimhanenin 'laciverti' olan okulundan da aynı şekilde memnun değildi ancak ikisinden de kurtulmanın tek yolu bu çamurlu patikadan ilerlemekti. Ya da şansı bir kez olsun yüzüne gülerdi ve birileri onu evlat edinirdi.Akşam yemeğini yemek üzere odasından çıktı ve koridorun sonundaki asansöre gidip bindi. Yemekhanenin olduğu en üst katın düğmesine bastı ve kapılar yavaş yavaş kapanırken biri ayağını koyup engel oldu. Lacivert mullet saçları olan, on iki yaşlarında bir çocuk kapılar açıldıktan sonra bindi. O da Jeongin'in bastığı düğmeye basıp beklemeye başladı. Asansör yavaş yavaş hareket edip yukarı çıkarken Jeongin çocuğu süzüyordu. Çocuk, pijama giymiş olan Jeongin'in aksine tıpkı bir deniz piyadesininkine benzeyen yakaları olan bir tişört ve krem rengi bir şort giyinmiş, kafasına ise beyaz ressam şapkası takmıştı. Omzuna çapraz astığı küçük çantasına onu sevimli bir çocuk gibi gösteren broşlar takmıştı.
Jeongin'in kendisini süzdüğünü fark eden çocuk ona dönüp kocaman gülümsedi."Merhaba! Ben isim Chinen, hem çin hem Japon'um."
Jeongin yarım yamalak konuşan ve sırıtan çocuğa baktı. "Ben isim değil, benim ismim. Çin değil Çinli." dedi ve önüne döndü.
Çocuk, Jeongin'in ifadesiz suratına anlamsızca bakarken asansörün kapısı açıldı. Altıncı kattaki yemekhaneye varmışlardı. Jeongin önden inip büyük ahşap kapıyı iterek girdi. Yemeklerin olduğu standlara gidip eline tabldot, çubuk ve kaşık aldı. Yemek kuyruğuna girdi. Sıra ona gelene kadar duvara asılı olan listeden alacaklarını seçmeye çalıştı. Sırası gelince hızlıca seçtiği yemekleri tabldota koydu ve kendine boş bir masa aramaya başladı. Gözleriyle cam kenarlarındaki masaları süzdü. Şansına hepsi doluydu. En büyük kolonun arkasındaki boş masayı gözüne kestirdi. Hızla gidip masaya yerleşti, yemeğe başlamadan önce ellerini birleştirip Tanrıya yemek için şükranlarını sundu. Yemeğinden henüz bir iki kaşık almıştı ki karşısındaki boş sandalye çekildi.
"Aman tanrım! Bu sen misin Jeongin?" dedi karşısına oturan Donghyuck.
Jeongin'in tabağına bir bakış attı ve sırıttı. "Spagetti mi yiyorsun? Öyleyse sana bir süprizim var. Eminim bayılacaksın." kahkaha atıp elindeki acılı ketçabı Jeongin'in makarnasının üzerine boşalttı.
"Afiyet olsun ezik!" deyip kahkaha atarak masadan kalktı ve arkadaşlarının yanına gidip oturdu.
Jeongin tabldot ile yerinden kalkıp yemekhane kapısındaki çöpe doğru yürüdü. Elindekileri çöpe atarak sinirle açtığı kapıdan çıktı. Asansöre ilerledi, çağırma tuşuna basıp beklemeye başladı. Biraz sonra asansörün geldiğine dair bir 'ting' sesi duyuldu ve kapılar açıldı. Binmek için hareketlendiği sırada yukarı çıkarken karşılaştığı çocuk ona çarparak önden bindi.
"Özür dilersin." dedi çocuk Jeongin'e dönüp.
" 'özür dilerim' diyeceksin! Neden bu kadar kolay bir şeyi doğru söylemiyorsun!" diye bağırdı Jeongin.
Çocuk, asansörün köşesine sinerken korkuyla Jeongin'in gözlerinin içine bakıyordu. "Özür dilerim."
Jeongin asansörden inip odasına adımladı. Çocuk da sessizce onun peşinden ilerliyordu. Kapının önüne vardığında Jeongin sinirli bir şekilde arkasına döndü.
"Neden peşimden geliyorsun? Hadi, odana git!" dedi çocuğu itekleyerek.
Çocuk ise gülümseyip elindeki anahtarı gösterdikten sonra kapıya ilerleyip açtı. "Ben burada kalıyorum. Benim yeni oda."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Listen To My Heartbeat [Hyunin]
FanfictionYetimhanede büyüyen Jeongin ve onu evlat edinen Chan ve Seungmin.