Güneşli, aydınlık ve güzel günlerin yamacında sabahı selamlamak, ve en sevdiğine bakarak günü karşılamak muhtemel düşler içinde en güzelini yaşamak olmalıydı. Bir çok insan için oldukça sıkıcı ve sıradan gözüken günlük rutinler ve birbirinin tekrarı gibi ilerleyen günler, farkına vararak yaşayanlar için müthiş kıymetliydi çünkü.Yani hiç eğmeden bükmeden düşünüldüğünde insanın sevdiği ile içtiği bir taş çorba bile şifaydı.
Gün, geceye yaklaşırken ufuk çizgisi Marmara'nın kuzeyi ile birleşmişti. Deniz taşıtlarının indi, bindisi ile hareketlenen rıhtım insan, gemi ve martı sesleri ile inliyordu. Her köşe başında ayrı bir telaş sürerken insanlar günlük koşuşturmalarının içinde sadece o an ve o saniye de yaşadıkları vaktin içinde seyrediyorlardı. Öyleydi insan her anı bir kez yaşardı. O yaş, o tarih,o dakika bir daha geri gelmesi mümkün olmayan geçmiş zaman kervanına katılacaktı çünkü. Tıpkı insan gibi..
Karanfil sokak, uzun kavak ağaçlarının yapraklarına çarpa çarpa ilerleyen ve sonra hanımeli, ortanca, sarmaşık gülleri, çuha çiçekleri, pencere önlerindeki küpeli, sardunya, kalendula, begonya, begonvil ve cam güzellerinin kokularını da önüne katarak ilerleyen ılık rüzgar sokağı köşe bucak dolaşıyordu.
Mustafa elindeki sebze ve meyve dolu iki kağıt torba ile çıktı manavdan. Ardından hemen yanındaki fırından biraz da taze çörek aldı.. Elindeki her şeyi dışarda bekleyen Hamza'nın eline tutuşturdu aniden. Bir kaç küçük işi olduğunu ve halleder halletmez döneceğini söyledi kardeşine.
Hamza oradan ayrılırken Mustafa hafif yana dönmüş Fesini eline alıp önce saçlarını düzeltti sonra da fesi başına yerleştirdi.
Aslında işin aslı pek de söylediği gibi değildi. Pencereden birini görmüş ve aklına sadece tek bir şey düşmüştü. Düşünüldüğünde hayatındaki her şey çok ani gelişiyordu, elbette buna duygu-durum değişimi de dahildi.
O eski aşırı neşeli, sürekli gülümseyen, hayatı ciddiye alma mekanizması bozuk olan neredeyse hayta diye tabir edilebilecek kadar kaygısız ve mutlu bir yaşam süren genç adam gitmişti. Yerine biraz durulmuş, sakinleşmiş ve olgunlaşmış bir delikanlı gelmişti. Esasında bu değişim kendi çabası ile de olmamıştı. Bu hususta ne bir gayret göstermiş ne de, değişimi mecburi kılacak büyük ve yıkıcı bir hadise yaşamamıştı. Hal böyle iken ona değişmişten çok yaş almış, olgunlaşmış demek daha doğru bir tabir olarak irdelenebilirdi.
Hızla ilerledi, ilk köşeden sağa döndü ve durdu. Sonra etrafına bakındı. Semtin tüm sakinleri oraya toplanmış gibi abesk bir kalabalık vardı meydanda. Onu oraya kadar sürükleyen hissi gözü ile seçmek için uğraş verdiği sırada önünden geçen seyyar mısır tezgahı durdurdu Mustafa'yı..
Ardından bir elinde kız, diğer elinde erkek çocuğu tutmuş yüzü peçeli bir kadın geçti. Mustafa ona dikkatle bakan çocukları fark etmeden karşısındaki kitap evinin önüne doğru baktı bu kez..
"Bir şey mi oluyor?"
"Bu kalabalık nedir?"
İnsanlar birbirlerine çoğunlukta bu iki soruyu yönetirken Mustafa onu daima meraka sürükleyen, zihnini garip olasılıklar ile meşgul eden kişiyi seçti..
"Az önce gençler arasında küçük bir taşkınlık olmuş. Oldukça üzücü hadiseler bunlar.. "
Yaşlı bir adamın arkadaşına bahsettiği konu ilişti kulağına. Az önce gelmiş olsa belki müdahale eder, yada her hangi bir şey yapardı. Öyle düşündü.
Gizli kapılar ardındaki sosyo, kültürel ve ırksal fikirler artık gençler vasıtası ile sokaklara kadar çıkmıştı.. Ayrılıkçı fikriyat ses artırırken olan yine gençlere olacak gibi gözüküyordu..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güz Sancısı (Beyzadeler Konağı)
General FictionYaşamaya başladığı his karmaşası beraberinde bir sarsıntı ile geldi Yusuf'a. Bu o değildi. Başını daha da dikleştirip tek kaşını kaldırdı. "Senin için hazırladığım sürprizi beğenmişsindir umarım. Malum gizlenmek beni epey uğraştırdı. Ama değdi. Ve y...