Bir küçük inanç meselesi, kadere iman. Yada kocaman bir denklem.
Nasibini şeklen ve ismen bilmeden heyecanla, temiz bekleyenlerin sadece inançla ölçülecek püri pak alınları gibi. Onunla henüz karşılaşmamış olmanın merakı ile içini çiçeklerle bezeyenlerin öyküsüne değerdi yağının sihirli parmakları. İşlek bir zekanın ölçüsü, teraziler terazisinde ağır basar mı bilinmezdi ama masumiyetin özgürleştirdiği gönül kesinlikle kıymetli olmalıydı Hak nazarında.
İşte bu sebepten; yaşı yoktu insanın içinin. Rakamlar sadece dünya ile ilgilenenleri bağlardı. Gönlünü hak için temiz tutanların değil.
"Çocukluğum çıka geldi bu sabah.. Ansızın çekti beni içine.. Eski evimizde ki şaşalı dünyamı düşündüm önce.. Dört duvarla sınırlandırılmış çakılla dibi topraktan ayrıştırılmış bahçemizi... Gece sefaları vardı mesela. Beton duvarlara tırmanıp tutunmuş ve öylece kala kalmış. Gün batımında kapanıp, gün ışırken açarlardı. Bunu hiç anlamamıştım o yaşlarda. Nasıl olur da gece ve gündüzü ayırabilirlerdi. Kim öğretmişti onlara karanlık ve aydınlığı sadece bir ufuk çizgisinin ayırdığını. Nereden ve nasıl vâkıflardı çözememiştim.. Kırlangıçlar da akıl sınırlarımı zorluyorlardı. Küçük çamur parçalarını yine o küçük ağızlarında taşıyıp kendilerine ev yapmaları.. İnanılır gibi değildi benim çocuk gözlerimden baktığım zaman.. Tırtılların kelebeğe dönüştüğünü de kabul edememiştim. Kendini sürüyerek taşıyan o garip canlı bir süre sonra ortalıkta uçuşan bir renk cümbüşüne dönüşemezdi. Çok saçma değil miydi? . 'Allah yarattığı her şeye bir rol biçmiş.. Bütün evren ne için yaratılmış ise ona dönüşür çocuğum. Unutma dünyada ki her şey bir birinin devamıdır. Biri olmadan diğeri eksilir, yarım kalır' derdi annem benim sonu gelmez sorularımdan bunaldığı zaman. O cümleleri anlamam 15 yaşımı bulsa da büyümem bu adamla tanışmama kadar ertelenmişti. Evet beni dünya da olduğuma inandıran O olmuştu. Çetrefilli, zor ve imtihan dünyası kendini bana geç kanıtlamıştı. Artık gece sefalarını, kırlangıçları, kelebeğe dönüşen tırtılları ve o yaşlarda akıl sınırlarımı zorlayan bir çok şeyi anlayabiliyordum ve onları anladıkça dünyayı anlamaktan uzaklaşıyordum.. Sanırım insanları da öyle.. Bu çok garipti. Kimi boşluklar dolarken kimilerinin içi çürüyordu.. İşte büyümek bu olsa gerekti"
Yusuf aralanan gözlerini yanına çevirdi. Sonra besmele çekip doğruldu. Secde de oturup karşısına bakan karısında durdu bakışları. Namazı bitmişti ama aynı edeple elleri dizlerinde oturmuş bir vaziyette karşısında ki duvarı izliyordu.
"Hayırlı sabahlar" cümlesi Gülnihal'in sırtına çarpıp Yusuf'a tekrar döndü.. Duymamıştı..
"Gülnihal"
Kız ismini duyunca irkildi ve hızlıca başını geriye çevirdi "hı?"
"Ne yapıyorsun?"
"Konuşuyorum"
Yusuf şaşırdı. Hala gün ışığına alışamamış gözleri büyürken yeni bir sual yöneltti.
"Kiminle?"
"Kendimle" diye yanıtladı.. Kocasının mana boyası ile boyanmış suretini görünce yeni bir soruya mahal vermeden devam etti.
"Bakma öyle. İnsanın konuşması için birine ihtiyacı yok.. Yani en azından benim yok" Ellerini dizlerinden çekip usulca kalktı seccadeyi katladı ve o meşhur sandığının üzerine bıraktı..
"Namazını kıl. Sonra bahçeye in. Dışarıdaki masaya kahvaltı hazırlayacağım bu sabah"
Gün tam ışımadığı için konakta ki gaz lambaları birer birer yandı. Namazlar kılındığında tahta kapılar peşin sıra aralandı.. Pek konuşulmadan edeple kahvaltı edildi. Günün bereketi korkutulmadan herkes görevini sünnet belledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güz Sancısı (Beyzadeler Konağı)
General FictionYaşamaya başladığı his karmaşası beraberinde bir sarsıntı ile geldi Yusuf'a. Bu o değildi. Başını daha da dikleştirip tek kaşını kaldırdı. "Senin için hazırladığım sürprizi beğenmişsindir umarım. Malum gizlenmek beni epey uğraştırdı. Ama değdi. Ve y...