58. Bölüm

2K 176 20
                                    


Ortamdaki soğuk Gülnihal'in benzini beyaz bir çarşaf gibi ağartmaya yetmişti. Kiraz çiçeği gibi pembe-beyaz yanakları gri bozuk bir renge çalmıştı. Gözlerinin etrafını, hayatında ilk kez koyu renkli halkalar çevrelemişti. Bütün bunlara rağmen, yine de bir su kadar berrak, sonbahar da düşüp, yeşil yaprakların üzerinde buğulu bir ışıltı bırakan çiğ tanesi kadar güzeldi.

Fakat bu güzellik sadece yüzünü aydınlatabiliyordu, içini değil. Bilakis yüreği korkunç bir keder ile sarsılıyordu. Kendini unutmuştu genç kadın. Annesi ve kardeşi.. Bir de, karnında zümrütten bir taş gibi taşıdığı bebeği.. Düşüncelerini şekillendiren üç ana temaydı bunlar.

Biraz rahatlamaya ihtiyacı vardı. Yusuf'u düşünmeye çalıştı. Yüzü, gözleri, duruşu, bakışı, ses tonu. İzlediği her ayrıntıyı hafızasında canlandırmak istedi. Fakat olmamıştı. Aklındaki her şey o kadar dağınıktı ki, bir araya toplamayı başaramadı.. Toplasa da tekrar dağılacaktı. Bıraktı uğraşmayı. "Ey Yusuf'u kuyudan, Yunus'u balığın karnından çıkaran rabbim. Beni de buradan kurtar. Evime ulaştır. Amin" dedi.

Ayağa kalktı. Uyuşan vücudunda ki sızı ilk etapta bacaklarında toplandı ve onu güçsüz bıraktı. Gayri ihtiyari duvardan güç aldı. Sonra küçük bir aydınlanma ile elini duvarda nazikçe gezdirdi. "Evet ya" diye mırıldandı. "Bunlar kefeli taşları. Tam tahmin ettiğim gibi. Surlar da bir mahzen burası"

Emin olmak için kitap da okuduğu cümlelerin gözlerinin önünde yürümesine izin verdi 'Sur'lar İstanbul'un çevresinde bulunan, Doğu Roma imparatorluğu zamanında yapılmış şehir duvarlarıdır. İç surlar ve burçlarda kefeki taşı ve tuğla kullanılmıştır.' Bu kadarını hatırlamak yeterli olmuştu emin olması için. Evet artık emindi. Sur duvarlarıydı bunlar..

"Keşke" dedi "Keşke mektepte daha çok bilgi edinseydim. Belki buradan kaçmanın bir yolunu bulabilirdim" Cümlesini bitirdi ve kötü bir şey hatırlamış gibi gözlerini onu, oraya hapseden demirlere dikti.

"Buradan çıkmanın bir yolunu bulacağım sizi pis, kötü, kaba şövalyeler!" Aklını sağlıklı tutabilmek ve korkudan çıldırmamak için beyninde bir oyun kurgulanmıştı. Etrafındaki cansız her nesneye bir rol biçmişti. Elena'ya ise zalimler zalimi Bizans imparatoru Herakleios'un kendi gibi zalim biricik kızı rolü düşmüştü. Hatırlayınca "şeytan" dedi. "Bakalım Yusuf beni kurtardığında senin başına ne gelecek!" Sonra tekrar mahzende ki demirlere bakıp gözlerini kıstı "Sizi de Yusuf'un elinden kimse alamayacak görürsünüz!"

Elini karnına götürdü, çok korkuyordu. Her şeyin bir rüya olmasını diledi çünkü kendinde bir gariplik hissediyordu. Bir tür dermansızlık, yoksunluk. Koku alma duyusu körelmişti. Daha fark edemediği neler, neler oluyordu kim bilir..

O sıralar Yusuf oldukça tedirgin ve bir o kadar da heyecanlıydı. Vedat ona işin neredeyse sonuna geldiklerini ve artık geriye kalan tek şeyin harekete geçmek olduğunu söylemiş ve alınacak hamlelerden de kısmen bahsetmişti. Lokasyon belirlendiği için bu doğrultu da hava kararır kararmaz operasyona başlayacaklardı "Sen telaş etme Allah'ın izniyle gece yarısından sonra kavuşacaksın ona" demiş olması Yusuf'u kelimelerle anlatılamayacak kadar güçlü bir sevince sevk etmişti.

O kadar heyecanlı ve endişeliydi bu iki duygunun gücü altında eziliyordu. Neredeyse aklı çıkacaktı.. "Allahım bizi bu yolda muzaffer et Gülnihal'e ve çocuğuma sağ sağlim kavuşayım. Vuslatımı hayra erdir ya rabbi" diye yakardı içinden.

Konağa haber verip odasına çıktı. Kıyafetlerini değiştirdi. Abdest aldı, namaz kıldı ve kokulandı. Gülnihal'e ilk tutulduğu zamanlar bile bu kadar eli ayağına dolaşmamıştı. Resmen kalbi avuçlarında geziyordu. Giderek kendine yabancılaşıyor ve bambaşka bir insana dönüşüyordu.

Pencerenin önündeki sandalyeye baktı. Gülnihal yine orada oturuyormuş gibi hayali belirdi gözlerinin önünde. Onu o kadar çok özlemişti ki bunun dünyada bir karşılığı daha yoktu. Bir de bebeği vardı. Hiç görmediği ve şuan belki sadece bir çilek tanesi kadar hacmi olan bebeği..

Büyükçe bir nefes alıp çıktı odadan. Kokusu da onunla birlikte geride bıraktı her bir basamağı.. Anne ve babasından dua istedi, mutfağa Gülnihal'in sevdiği yemeklerin yapılması için rica da bulundu ve çıktı.

Onsuz geçen 10 gün sanki bir asır kadar zor gelmişti Yusuf'a. Ne içtiği suyun tadı vardı, ne yediği yemeğin. Aldığı nefesin bile ona hayrı yoktu. Konak dahi ruhunu kaybetmişti sanki.

'O hayatıma girmeden önce nasıl yaşıyordum' diye geçirdi içinden. 'Manasız, duygusuz ve amaçsız bomboş bir yaşam sürmüşüm' diye mırıldandı sonrasında. Biraz da hayıflandı kendi kendine. Tüm yaptıkları ve ona yaşattığı her şey için.

Yeniden yağmur başlamıştı. Bir fayton çevirip bindi. Dizleri onu daha fazla taşımaya yetmiyordu artık. At nalları ağaçlı yolu tozu dumana katarken "Biraz daha hızlı gidebilir miyiz lütfen"diye bir rica da bulundu faytoncuya. Arkasını dönmeden başı ile onayladı kasketli adam ve atları biraz daha hızlandırdı.

Mustafa ise her şeyden bir haber olarak baharat kokusu eşliğinde çalışmaya devam ediyordu el mecbur. Namazını kılıp küçük bölmeden dükkan kısmına geçti. O gün hava yağmurlu olduğu için pek gelen giden olmamıştı. Ama tabi bu durum çok da önemli değildi. Rızık Allah'tandı. O halde düşünmeye mahal yoktu. Kapıyı açtı ve hemen bir adım dışarı çıktı. O güzel toprak kokusundan mahrum kalmak istememişti. Gözünü kapatıp içine çekti derince ve açlıkla. "Şükür" dedi. "Toprağa bile ferah bir koku gizleyen Rabbim, sana sonsuz şükürler olsun"

Yağmurun sesi kulaklarını doldururken sokağı izlemeye koyuldu. Panjurlara vuran damlaların tok sesi, ağaç yapraklarının hışırtısı ve deli gibi kaçışan insanların fısıltıları. Gülümsedi Mustafa. Güzel bir an yaşadığını fark etti. Çoğu insana oldukça basit ve sıradan gelebilecek görüntüler onda bambaşka bir etki oluşturmuştu.

Sonra gözüne takılan bir görüntü zamanı bir anda yavaşlattı. Önünden koşarak geçen bir genç hanım nedeniyle çok tanıdık bir insanla farklı bir evrende karşılaşmış gibi hissetti. Farkında olmadan kaybetti gülümsemesini. Genç kız sağ elini başının üzerine tutmuştu yağmurun görüş alanını kısıtlamaması için. Diğer eli ile de ıslanan eteğini tutuyordu ki daha fazla ıslanmasın.

Tam o anda küçük fakat hayal gibi gelen bir nüans ve garip bir an yaşandı. Saniyelik bir bakış çarpışması, bir göz göze gelme durumu. Neredeyse sadece bir saniye bakmıştı genç kız ama oldukça etkili bir his armağan etmişti Mustafa'ya. Ve köşeyi dönüp gözden kaybolması ile yine çok tanıdık gelen bir an yaşadığına emin olmuştu.

Bu kişi, aklındaki isimle aynı kişi olabilir mi, orası hala muallaktaydı. "Sıradan bir insan olarak aynı ölçü de sıradan bir yaşam sürüyorum. Bu kadar gizem de neyin nesi" diye mırıldandı ve sonra başını umutsuzca sallayıp dükkana girdi.

Bir yandan da Gülnihal konusuyla meşguldü zihni. Yusuf onu bilhassa bu konudan uzak tuttuğu için çok huzursuzdu. Biraz da alınmıştı ama birilerinin de bu işleri yapması gerekiyordu ve bu açıdan düşünüldüğünde gayet haklı bir sebepten uzak tutulmuştu.

Güz Sancısı (Beyzadeler Konağı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin