Ne vakittir insanlar bu kadar kötü, bu kadar acımasız ve riyakar bilmiyordu Gülnihal. Aklının alamayacağı kadar büyük kötülüklerle karşılaşmış olması dahi onu inandırmaya yetmiyordu artık. Altı üstü insan gibi yaşayıp gidilecek, her canlı tarafından mutlaka terki-mekan edilecek dünya da insanlar nasıl bu kadar şeytanla yarışır hale geliyor anlayamıyordu.."Çok güzelsin" dedi.. "Tıpkı kardeşin gibi.. Ama maalesef güzelliğinizi artık kimse göremeyecek. Aynı onlar gibi sen de bu mahzende çürümeye layıksın"
Bütün harfler, kelimeler havalanıp Gülnihal'in zihninin içinde uçuşmaya başladılar o an... Toparlayamadı, anlayamadı... Zihni durdu, gözü bulandı.
"Nasıl" diye bildi çatlak çıkan sesi eşliğinde, o kadının önünde ağlamamak için kendine gem vurmaya çalışırken..
Elena yüzüne çelikten bir zırh gibi kondurduğu zafer gülümsemesi ile oradan çıkarken Gülnihal hala aynı şekilde bomboş bakıyordu aynı noktaya..
Aradan ne kadar süre geçti bilinmez düşünme yetisi tekrar devreye girmeye başladı ve zihninin önündeki buz kütlesi eriyip göz yaşı halini aldı. Kanı donmuş, ruhu çekilmişti.. Fark etmese de üşümüştü. Ve onu üşüten düşünmek zorunda bırakıldığı şeylerdi..
Farkında olmadan yaptığı şeylere bir kaç yenisini daha ekledi. Kendine çektiği bacaklarını serbest bırakıp uzattı. Buz kesmiş ellerini karnına yerleştirdi iç güdüsel olarak.
Ağlıyor olması hislerinin sağlıklı olduğunu gösteriyordu. Ama hala dünyaya tam dönebilmiş değildi. Arada bir yerde sıkışıp kalmıştı Gülnihal. Delirecek gibi hissediyordu..
Aynı sıralar da konakta yangın yeri gibiydi. Yusuf fırlayıp gitmişti. Ardından ise Mustafa. Ömer ve Hamza konakta kalmıştı her ihtimale karşı. Fakat kimsenin kimseden de haberi yoktu.
Yusuf kıyıdaki taşlara vuran hırçın dalgalar gibi engellenemez bir şekilde hareket etmeye başlamıştı yine. En başa dönmüştü. Tıpkı Gülnihal'den önceki haline. Onu eğip, büküp yeniden şekillendiren, içinde sakladığı Yusuf'u ortaya çıkaran, söküklerini dikip, onaran kadını hiç tanımamış gibi hatta belki daha da kötüsü..
Hayatında yaşadığı hiç bir sancılı süreç bu kadar acı verici olmamıştı onun için. Hırçınlığı bundan sebepti. Gülnihal'e bir şey olma olasılığı dahi onu bambaşka birine dönüştürmeye yetmişti. İşte tam da bundan korkuyordu Yusuf.. Eğer Gülnihal'in tırnağına dahi zarar gelse artık onu kimse tutamayacaktı. Hatta kendisi bile.. Bunun bilincindeydi.
Aradan geçen bir gün onu fazlasıyla delirtmeye yetmişti. Ne bir damla uyku uyumuş, nede bir kaç lokma bir şey yemişti. Hem nasıl yiyecekti ki. Güneşini kaybetmiş bir çiçek gibi solmaya yüz tutmuştu..
Gülnihal ise garip sancılar ile adeta bir his yumağına dönmüştü.. Yüzü buz gibi soğuk ve solğundu. Dokunsan kırılacak camdan bir bebek gibi güçsüz gözüküyordu. Yaşamaya dahi takati yoktu neredeyse.
Bir anlık güç belirtisiyle ayağa kalkıp demir kapıya yüzünü yasladı ve olabildiğince dışarı uzattı.
"Gel buraya.. Bana açıklaman gereken şeyler var. Sana söylüyorum, buraya gel!" Gülnihal ardı ardına bağırmaya devam etti "Sen nasıl bu kadar kötü olabiliyorsun, hiç mi iyi bir yanın yok! Sana söylüyorum buraya gel ve bana açıklama yap. Elena! Seni şeytan! Gel buraya dedim!"
Fakat bağırışları beyhude bir çabadan öte değildi. Uzun ve karanlık koridorlardaki tek ses, yankılanan kendi sesiydi. Daha fazla gücü kalmadı kendini yavaşça aynı duvarın dibine bıraktı. Oldukça üşüyordu. Ve kıyafetinin büyük kısmı elbette ki ıslak ve nemliydi. Belinde ve vücudunun bazı bölgelerinde ağrıları vardı. Birden ürperdi ve ellerini karnına götürdü. "Lütfen beni bırakma olur mu? Senin için ayakta kalmaya çalışacağım. Lütfen bırakma beni"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güz Sancısı (Beyzadeler Konağı)
General FictionYaşamaya başladığı his karmaşası beraberinde bir sarsıntı ile geldi Yusuf'a. Bu o değildi. Başını daha da dikleştirip tek kaşını kaldırdı. "Senin için hazırladığım sürprizi beğenmişsindir umarım. Malum gizlenmek beni epey uğraştırdı. Ama değdi. Ve y...