Kuş sütü eksik bir sofra hazırladı Hatice kadın kızı ve damadına. Evde ne var ne yok getirdi neredeyse sofraya. Eli boldu. Severdi misafire hürmeti."Kahven nasıl olsun enişte?" diye sordu Yusuf'a baldızı, ablası sofrayı toplarken.
"Yusuf sade içer Dilruba. Kulpsuz fincan sever" dedi Gülnihal gözü hala topladığı tabakalarda iken. Yusuf ise gözlerini hızla karısına çevirdi. Şaşırmıştı kendi hakkında ki bir ayrıntıyı biliyor olmasına. Gülnihal'e bakarken "Demek ki" dedi içinden. "Demek ki beni görüyor, her ne kadar görmezden gelir gibi gözükse de"
Dilruba öğrenmek istediğini öğrenip çıkarken salondan, ablası tekrar seslendi ardından.
"Yanına bir tane de lokum koy. O da sade olsun"
Kahveler pişip fincanlarla buluştu. Kokusu salonu şenlendirirken Hatice kadın bir gaz lambası daha yakıp yeni badana yaptırdığı kar beyazı duvara astı. Çocuklarını daha iyi görebilmek için. Salon daha bir aydınlanınca yeni evli iki gençte gezdirdi gözlerini dikkatlice. Ne çok yakışmışlardı birbirlerine.. 'ALLAH gerçekten denk yazıyor' dedi içinden. Sonra kendi gençliğini hatırladı. Eşi ahirete göçtükten sonra pek bahsetmese de o gece anlatmak istemişti.
Çok sevmişti eşini. İlk kez evlendikleri gece görmüştü dönemin bir çok genç kızı gibi. Hiç tanımadığı bir adam ile aynı odaya konulmuş, artık ömrünün geri kalanı onunla geçecek denilmişti. Her yeni gün başka bir özelliğini görmüş yavaş yavaş tanımıştı kocasını. Yürümeye başlayan bir bebeğin ilk adımları gibi heyecanlı ve özel. Yıllar geçerken duraksız, aşkı büyümüş gönlüne sığmaz olmuştu. Deryanın ortasında bir damla suyun serabı gibi muhtaç düşmüştü kocasının her haline. Rahmanın kulu için en güzel hediyesi sevginin tadını doyasıya çıkaranlardandı ve işte bu nedenle yıllarca dua etmiş ALLAH'tan iki kızı için de onları çok sevecek eşler dilemişti. Çünkü bilirdi ki bu yalan dünyayı çekilir kılan dünyevi hislerden biri de eşler arasında ki muhabbetti.
Üç gençte soluksuz dinlendi sohbeti. Biri içinden bir tutam umut aldı bu kıssanın. Diğer ikisine de buruk birer tebessüm kaldı.. Belki bir gün lazım olacaktı bu uzun maraton da.
Saat epey geç olduğunda ise herkes kendi döşeği ile buluştu.. Gülnihal bir aydır hiç girmediği odasına doğru adımlarını özlemle atarken kocası hemen ardındaydı.. Kapıyı açıp kolunu bıraktı ve kendiliğinden tamamen açılmasını izledi. Yusuf ise onu. Sonra usul usul adımlar attı. Odanın ortasına gelip durdu. Kendi etrafında dönerek baktı. Her şey yerli yerindeydi. Yerde ki küçük iran dokuması kilim. Çiçekli yatak örtüsü, köşede ki eskitme taburenin üzerinde ki yarısı erimiş mum, pencerenin önünde ki begonyalar. Ve annesinin küçükken elleri ile yaptığı bez bebeği de.. En çokta onu özlemişti.. Genç kızın odasında ki her şeyle bakışarak gerçekleştirdiği sohbetini izledi Yusuf. Ayağının tozu ile girmişti hayatına. Cılız bir kalp çıtırtısı ile. Şimdi Gülnihal'in hayatına girme sırası ondaydı.. Kalbinin buzu çözülmese de son zamanlar da kötü davranmıştı ona farkındaydı. Ve bu durum vicdanını rahatsız ediyordu.
Dakikalarca süren diyalogsuz atmosfer sona yaklaşırken hiç konuşmadan aynı yatağa uzandılar el mecbur.. İkisi de sırtını döndü birbirine. Gözleri açıktı.. Gecenin duygusallığı kapattı üzerlerini yorgandan önce. En başa gitti hafızaları. İlk karşılaşma, ilk kavga, ilk bakışma, ilk yaralama ve ilk yara alış.. Ve şimdi bir kaç santim uzaklıkta, yan yana yatıyorlardı. Son bir aylık zamana bir çok şey sığdırmışlardı. Birbirlerinden kaçma çabaları onların evlililik nişaneleri olmuştu.. Kaderin bazı tecelli noktalarında kulun pekte bir otoritesi olmuyordu. ALLAH "ol" demişse olmaktan geri durur muydu hiç olacak olan?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güz Sancısı (Beyzadeler Konağı)
General FictionYaşamaya başladığı his karmaşası beraberinde bir sarsıntı ile geldi Yusuf'a. Bu o değildi. Başını daha da dikleştirip tek kaşını kaldırdı. "Senin için hazırladığım sürprizi beğenmişsindir umarım. Malum gizlenmek beni epey uğraştırdı. Ama değdi. Ve y...