Aralarındaki soğuk savaşın sonlanmasının üzerinden uzun zaman geçmiş olmasına rağmen, Gülnihal hala belirli aralıklarda Yusuf tarafından dile getirilen ifadelerin gerçekten işitilmiş olup, olmadığı hususunda yanılgıya düşüyordu. Kalbi ve kişiliği temelde aynı olsa da, duyguları ile başlayan değişimi onu bütünüyle irdelemiş ve şekillendirmişti. İlk başta üslubu değişmişti elbette. Gönlünü aydınlatan ışık, kelimelerinin geçtiği yolu aydınlatmış ve sert bir yerden yuvarlanarak düşer gibi pervasız cümleleri artık daha yumuşak ve şeffaf bir halde diline ulaşmaya başlamıştı.Ve bununla birlikte başta Gülnihal olmak üzere tüm çevresiyle ilişkisine olumlu etkileri olmuştu.
Bir göz aydınlığı kadar küçük bir söz, bir çok şeyi yıkmaya da yeterdi, yapmaya da. Ne söylendiği, nasıl ve kim tarafından dile getirildiği en az söylenilen kadar önem arz etmekteydi.
Çünkü üslup kimlikti ve elbette sözün tesiri vardı.
Yusuf'un, Gülnihal'de ilk başta en nefret ettiği tüm özellikleri şimdi dünyanın en güzel kadını yapıyordu onu kendi gözünde.
Bunu da şu şekilde açıklamış olmak sanırım yanlış olmayacaktı. Çünkü dayanağı olmayan tüm aşırı duygular zamanla tam tersine evrilir. Bu hiç bir yazılı kaynakta yer almayan tek düze bir gerçektir.
'Allah herkesin karşısında yüzü, kalbi ve dili güzel insanlar çıkarsın'
Gülnihal öğleden sonra bahçedeki veranda da Dilruba ile buluştu.. Bahsetmesi gereken önemli bir hususun dışında bir kaç konuda da farklı bir akıldan fikir alması da gerekiyordu..
Selamlaşıp oturduktan sonra kucağına sıkı sıkı bastırdığı kumaşı açıp gösterdi. Siyah bir kumaş üzerinde küçük mor çiçeklerin yer aldığı kol ve etek ağzı fistolu minicik, şirin bir elbise dikmişti bebeği için. Heyecanla gösterdi ve sürdürdüğü aynı heyecan ile evirip çevirip anlattı kardeşine.Dilruba mutlu ve buğulu gözlerle izledi onu. Bebeği gibi, ona olan sevgisi de artık içine sığmakta zorlanıyordu. Her geçen gün onunla büyüyen sevgisi kalbini yokluyordu sürekli. Gülnihal'in genel hali, yani bağ kurduğu her şeye gösterdiği aşırı bağlılık düşünüldüğünde bu durum yadırganırmıydı bilmiyordu Dilruba ama görünenden çok daha fazlasını içinde tuttuğunu anlayabiliyordu.
Onu izlerken annesinin bir cümlesi vuku buldu orada .
'Hayattaki hiç bir sevgi evlat sevgisine denk değil'
"Abla" diye seslendi.
Gülnihal ise gülümseyen yüzünü ona çevirdi.
"Nasıl bir his?" Bir kaç saniye bakıştıktan sonra soru cümlesini biraz daha genişletti. "Hamilelik. Tam olarak nasıl bir şey"
Gülnihal uzun metrajlı bir filmin ilk perdesi gibi sakin ve huzurla baktı ona..
"Bilmem" dedi ve devam etti "Aslında çok kelimeler ile ifade edebileceğim bir şey değil bu. Fakat tarifsiz bir çok duygunun birleşimi desem sanırım yersiz olmaz"
Şüphesiz dünyanın en özel ve tarifsiz hisleri dendiğinde, birçok insanın aklına ilk önce annelik duygusu gelir. Üstelik anne olmak annelerin büyük çoğunluğuna benzer duygular hissettirse de her kadının annelik serüveni kendine has ve sürprizlerle doludur. Gülnihal'de bir çok anneyle benzer aynı zamanda kendi benzersiz serüvenine gün ve gün yaklaşıyordu.
Gülnihal ve Dilruba henüz daha önemli konuları konuşma aşamasına gelememişken, Yusuf yuvarlak ve küçük balkon masasında kitap okumaya devam ediyordu. Açık mavi ayaklı porselen fincanındaki kahvesinden bir yudum aldı ve bahçeye çevirdi bakışlarını...
Neşeyle ve hararetle kardeşine bir şeyler anlatan karısına baktı. Sonra gözlerini tekrar kitabına indirdi.
"Bu işler böyle kafaya göre olmaz. Her şeyin bir adeti, yolu, yordamı var. Geleneklerimize ve dinimize uygun, aslına riayet ederek yola çıkmak gerek ki ne yol yorsun, ne de yoldaş yorulsun"
Ömer salonun önünden geçerken annesinin babası ile arasında geçen konuşmadan bir kuple ulaştı kulaklarına.
Bu konuda bir kaç farklı tahmini vardı fakat hiç üzerinde durmak istemedi. Çünkü zaten bu konakta her şey çok hızlı gelişiyor, değişiyor ve aynı hızla olup bitiyordu. Gündem de az çok belli olduğu için tahminler hemen hemen doğruya yakın bir noktada buluşuyordu.
Aradan sadece üç gün geçti ve bir kaç gün önce sadece üst kat salonda konuşulan koku taze ekmek kokusu gibi yayılmaya başladı tüm konağa..
Üç farklı hayata adım atacak üç bekardan ilkinin yeni yaşam kapısı aralanıyordu önünde. Serra Hatun ve Ahmet bey iki gün önce Servet efendi ve ailesini hayırlı bir iş için ziyaret etmek suretiyle niyetlerini belli etmiş ve gayet olumlu karşılanarak ayrılmışlardı oradan.
Serra Hatunun bu konulardaki aceleci ve sabırsız tavrı düşünülünce artık ileriye dönük bir çok yeni kararın hızlıca verilip birilerinde bu döngüde komutlara göre ilerleyeceği aşikardı. İlk ve en zor görünen davadan zaferle ayrılmış, tam tahmin ettiği gibi Yusuf evliliğin kerameti ile sakin ve mutlu bir ruha kavuşmuştu. Bu da Serra Sultan için yeni riskler almaya değer bir veri oluşturmuştu.
Ayşe ise ilk duyduğunda şaşırmış olsa da, Annesinin durumu ona izah ettiği andan itibaren bu konu hakkında keskin yorumlar yapmaktan kaçındı ve neredeyse tepkisiz kaldı. Ne hissettiğini de tam anlamıyla kavrayamadı. Çocukluk aşkıyla evlenme fikri düşünüldüğünde kulağa çok ütopik ve rasyonel gelse de, Ayşe kendi gerçekliğinin farkındaydı. Duyguları hiç bir zaman karşılıklı olmamıştı. Üstelik bir tür çocukluk hikayesiydi yaşadığı ve bu hikayenin evrilme eşiği biraz daha hayatın içinden olmuştu. Ayşe neredeyse her gün o konağın bahçesinde oynayarak büyüdüğü dört genç baz alındığında Mustafa'ya hiç diğerleri gibi sakin ve uysal yüzünü gösterememiş bilakis ona karşı daima soğuk, saldırgan ve yıkıcı yaklaşmıştı.
O yaşlarda anlam veremediği kendi tutumunu şimdi anlamlamdırmıştı. Mustafa'ya olan saldırgan tutumu yine ve tamamen Mustafa'nın kendisine olan tutumundan kaynaklanmıştı. Çünkü Mustafa daima Ayşe'nin kısa boyu, çilleri ve sıskalığı ile alay eden buna rağmen yine de onun peşinden ayrılmayan ve onu en büyük eğlencesi olarak gören bir çocuk olmuştu. İnsan hiç bir duygu beslemediği birine kızamaz ya hani, Ayşe'nin çocukken Mustafa'ya tepkisi de tamamen bu sebepten olmuştu. Kıymet verilen, verilen kıymeti bilmiyor, görmüyor hatta umursamıyorsa geriye toz, duman ve yıkıntıdan başka bir şey kalmıyordu çünkü.
Ayşe'nin tüm hayatını kendi içinde yaşamaya başlaması çocukken çıktığı bu gönül yolculuğunu olumlu yada olumsuz nihayete erdirememesi neticesinde başlamıştı. Taki genç bir kız olup olanları artık çok daha fazla içselleştirip konağa adım atmaktan vezgeçene kadar sürmüştü onun için oldukça rahatsız edici ve kırıcı bu hadiseler.
Düşünürken bir anda kendini aynanın karşısında buldu. Açık cam yeşili gözleri kendini baştan aşağı süzdü ve yüzünde durdu. Burnunun üzerinden başlayıp yüzüne yıldızlar gibi serpiştirilmiş çilleri hala aynı duruyordu. Eskiye dayalı savaşı devam ettiği için,kusurlarının onu ne denli kusursuz ve farklı gösterdiğini göremiyordu. İnsan muhabbetle baktığı birinden aynı şeyi göremediği zaman kendini biraz kıymetsiz ve sıradan hissediyor olmalıydı..
Onunla evlenmek istemiyordu. Ama kendiyle, çocukluğu ve hatta Mustafa ile barışması için bir yüzleşmeye ihtiyacı vardı ve bu fırsatı değerlendirme konusunda kesin karara bu konuyu daha ilk duyduğunda varmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güz Sancısı (Beyzadeler Konağı)
General FictionYaşamaya başladığı his karmaşası beraberinde bir sarsıntı ile geldi Yusuf'a. Bu o değildi. Başını daha da dikleştirip tek kaşını kaldırdı. "Senin için hazırladığım sürprizi beğenmişsindir umarım. Malum gizlenmek beni epey uğraştırdı. Ama değdi. Ve y...