21.Bölüm

14.8K 1K 273
                                    

Eve geldiği ilk dakika da bir farklılık hissetti Yusuf. Bir eğretilik bir eksiklik vardı sanki... Bir koku.. Bir ses.. Bir nefes..

Mutfağa göz attı yukarı çıkmadan. Aradığını görememiş olmanın kırıklığı ile.. Salonun önüne gelip durdu kapının bir kaç adım ilerisinde. Göz gezdirdi kardeşleri henüz gelmemişti.

"Gülnihal nerede ana?"

"Kursta oğlum?" dedi yaşlı kadın elinde ki şişlerden gözlerini kaldırıp.

"Kurs?"

"Çok sıkılıyordu. Alışamadı. Devam etmek istiyorum dedi dün. Ben de kıramadım"

"Böyle bir şeyden nasıl en son benim haberim olur ana? Niçin dün söylemediniz?" diye çıkıştı sinirle. Gözlerini kaldırıp duvarda ki saate baktı "Hem de bu saatte" Bir hışımla çıktı salondan odasına yöneldi.. Kapıyı açıp baktı. Orada da yoktu. Öfke çehresine kurşundan bir ifade nakşederken. Kapıyı çarparak çıktı.. Gözü dönmüştü adeta. Kendisine nasıl haber verilmez, nasıl izin istenilmezdi? Bunun hesabını mutlaka soracaktı o küçük kızdan ama öncesinde bulmalıydı. Hava karanlıktı. Ve yalnız bir kız bu saatte nasıl eve güvenle dönebilirdi.

Merdivenden fırtına gibi indiği sıra Mustafa ile karşı karşıya geldi..

"Hayırdır abi?" diye endişeli bir soru yöneltti Mustafa hiç iyi gözükmeyen abisine.

"Gülnihal evde yok. Kursa gitmiş bugün"

"Gelmiştir belki her yere baktın mı?"

"Hayır evde değil. Eminim"

"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" Kocaman konak bir çok oda. Yani Mustafa'nın sorusuda mantıklıydı aslında. İki oda bir salon olsa ev de olup olmadığı anında anlaşılırdı.

"Kokusundan"

"Nasıl yani?"

"Boş ver" dedi ve geçiştirdi. Zaten nasıl anlatabilirdi ki, sadece kendisinin aldığı o taze tarçın kokusunu. Gülnihal bile bilmiyordu nasıl koktuğunu. Belki hiçte bilemeyecekti. Sadece Yusuf'a has bir şeydi o. Genç adam ilk zamanlar çok kez kafa yorup bunun nasıl mümkün olduğunu düşünse de bir sonuca varamayıp bırakmıştı. "Vardır elbet bir hikmeti pek tabi o hikmetinde bir vakti" demişti kendine.

"Tamam tamam önce sen bir sakin ol" dedi elini kaldırıp jestleri ile abisine telkin verirken.

"Nasıl sakin olayım İstanbul şu sıra ateş alanı gibi. Ortalık karışık.. Daha geçen gün bir kaç rum orta doğuda ki insan pazarı için balatta ki limanda esir ticareti yaparken yakalanmadı mı?" 

Son cümlenin arkasına artık Mustafa'nın da diyecek bir şeyi kalmamıştı.. Haklıydı. O sıra güvenlik zaiyatı vardı. Özellikle deniz yolunda..

İki kardeş ortalığı ateşe verecek kadar telaşlılardı. Mustafa evi tararken Yusuf kendini mutfağa attı. Bir tane mum bulup yaktı ve bahçeye çıktı. Önce çardağa yanaştı, sonra dut ve erik agaçlarının oraya. Yoktu. Başını yan konağa çevirdi gitmiş olabilir miydi oraya? Olabilirdi bir ihtimal. Konağın bahçesinden sokağa çıkarken Mustafa'ya yan konağa bakma görevini bıraktı.

Yusuf sert adımlarını bir biri ardına atarken etrafa da dikkatlice bakıyordu. Bir müddet yürüdü yolda karşılaşma ihtimalleri vardı nihayetinde sonra vazgeçip meydana indi.. Sorup soruşturdu ve Efkoptiya adında ki kadının dikiş nakış kursunu buldu.. Gülnihal'in yaklaşık bir saat önce oradan ayrıldığını öğrenmesi üzerine öfke artık kanına karışmaya başlamıştı. Bunun yanında çokta endişelenmişti. Her ne kadar sinirinin gölgesinde kalsa da meraktan çıldırmak üzereydi.

"Ahhh Gülnihal" dedi "Hiç vakit kaybetmeden başıma sürekli yeni dertler açıyorsun. Ya sen yanlış kaleye diktin bayrağını, ya da ben ordumu yanlış sefere sürükledim"

Tekrar taşlı yola çevirdi yönünü.. Bir kaç metre sonra kenara oturmuş bir taşın üzerine başka bir taşla bir şeyler yazmaya çalışan bir adam fark etti. Yaklaştı usulca. Yanına çöktü.. Kıyafetlerinin tamamı yamanmaktan deforme olmuş, yüzü ve saçlarından hüzün akan adama baktı.

"Selamün aleyküm"

"Ve aleyküm selam" dedi meczup gülümseyip.. "Nihayet kendini aramaya başlamışsın Yusuf"

Soracağını unuttu Yusuf. Kaşlarını kaldırıp bakışlarını ağırlaştırdı. İsmini biliyor olmasına hiç takılmadan anında gard aldı.. "Kendimi aramıyorum..Bir kız.. Karım.. Yalnız birini gördün mü buralarda.. Adam başını hiç kaldırmadan elinde ki taşlarla uğraşmaya devam etti. Duyduğunu da göz ardı edip. "Tamam işte kendini arıyorsun evlat..Uzun süredir kendini arıyorsun.. Şuan ki arayışın aylardır küçük bir yürekte aradığından daha zor değil. Ruhlar çift yaratılır.. Kimi tanışını yıllarca arar bulamaz. Kimi bulur bulduğunu fark edemez" dedi.. Yusuf dinliyor ama duymuyor gibiydi. Bu esrarengiz meczup neden böyle konuşuyordu anlayamadı. Zaten aklı Gülnihal'deydi. Çok zaman kaybetmişti orada.

"Sağ olun" dedi doğrulup kalkarken.  Yoluna devam etmeye başladı..

"Delikanlı" diye seslendi adam kısık bir sesle. Durdu ve ardına baktı Yusuf sırtı kendine dönük şekilde oturup taşları elinden bir türlü bırakmayan adama. "Dünya kokusu sinmiş üzerine..Nefsinin sesini kıs evlat.. Yoksa dünya seni hep lafa tutar. Nefretinin sesinden başka bir şey duyamazsın. Kalbinin bile"

Anlaşılmayanlar listesine gizli tarif bir nasihat daha ekleyip yürümeye kaldığı yerden devam etti.

"Ey ki rüzgara yol veren, şaşkın pusulaya rotayı bulduran ALLAH'ım.. Fetih için niyet edip yola çıkan Yavuz Sultan Selim'e  devasa Sina çölünün ardından buldurduğun Mısır gibi aradığımı buldur bana" diye yakardı içinden. Yorulmaya başlamıştı. Nefesi hızlanmış endişeden ateşi çıkmıştı.. Sabrı da kalmamıştı..

 Aynı sıralar Gülnihal tamamen korkusunun esareti altına girmişti.. Bir yandan da kendisini kimin takip ettiğini ölesiye merak etmekteydi.  Arkasını döndü hiç düşünmeden. Bu şekilde hareket etmesi de yabancı değildi kendine. Bir besmele çekip adımını ilerde ki kavak ağaçlarına doğru atmaya başlamıştı ki. Durdu karşısına dikilen gölge ile..

İçinde filizlenmeye başlayan korku ve ağlama hissinin getirisi olarak buğulanan gözlerine aldırış etmeden sordu cevap aradığını "Kimsin sen?" Karşısında ki gölge bir adım gelip durdu. Yüzü gözü hiç bir şeyi gözükmüyordu "Kimse" dediği an daha çok ürperdi ve elinde ki çıkıyı daha sıkı tuttu Gülnihal. Sesi bile yetmişti. Yüzünü görse neler olurdu kim bilir. Ve ses adamın tam ters istikametinden gelmişti sanki. O değil başka biri konuşuyor gibi yankılanmıştı.

"Bu bir tanışma faslıydı Gülnihal.. Yine karşılaşacağız. Bak sana kısa bir hikayenin ilk bölümünü anlatacağım...Küçük kız orman da oyun oynadığı sıra yolunu kaybetmiş. Sağa bakmış geldiği yola benzemiyor. Sola bakmış diğerinden bir farkı yok. Kala kalmış olduğu yer de. Tam da şuan senin evini bulamadığın gibi... Derenin yanından geçerken bir ses işitmiş ama nereden geldiğini kestirememiş.. Etrafta kimse yokmuş.. Ya da varmış da kız farkında değilmiş" Gülnihal artık dizlerinde ki gücünü yitirmeye başladığı an arkasını dönüp hızla adım atmaya başladı.. Koşabilse koşacaktı.. Ama yapamıyordu.. Kendini bile kontrol etmekten acizdi o an.. Başını kaldırıp önüne baktığı sıra yanından kendisine bakarak geçen mavi gözlü bir kadınla göz göze gelip rahatladı artık yalnız değildi. Tehlike geçmişti.. Ama neden yan yana gelene kadar ayak seslerini hiç işitmemişti. Dahası o kadının gözlerinde ki gülümseme neden Gülnihal'i korkusunu unutturacak kadar rahatsız etmişti?

Neler oluyordu? Aklı yün çilesine dönmüşken Yüreğinin andığı ilk isim kocasının ismi oldu.. Önce ALLAH sonra o aklına gelmişti. İlk korkusunda..

"Yusuf.. Beni bul.. Lütfen beni bul"

Güz Sancısı (Beyzadeler Konağı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin