"Ne ara sabah oldu?"
Odanın içini pervasızca kuşatan gün ışığı göz kapaklarını istemsizce kaldırmasına neden olmuştu Gülnihal'in. Hemde uykusunun en tatlı yerinde. Başını kaldırıp duvardaki el oyması ve tahmini yüz yıl öncesi bir işçiliğe sahip olan tokmaklı saate baktı.
"7:00"
"Kahretsin! Yine sabah namazına uyanamadım" diye kendine sitem etti. O sıralar en büyük derdi buydu genç kızın. Sabah namazına uyanamamak.
"ALLAH katında en kıymetli amel vaktinde kılınan namazdır. Sonra anne babaya iyilik sonra da ALLAH yolunda cihad etmektir" buyurmuş iken cihanlar sultanı Resulallah s.a.v nasıl tasalanmazdı ki kaçırdığı bir vakit namaza.
Doğruldu. İki gün önce taşınmışlardı konağa. Henüz alışabilmiş değildi esasen.. Ne semte, ne konağa, ne de odasına. Duvarlar bile yabancıydı sanki canlıymış gibi.. Kanı akıyormuş, nefes alıyormuş gibi.. Hani olur ya, hayatınız birden tamamen değişir ve lisanını bilmediğiniz bir ülkede tek başınıza kalmış gibi çaresiz hissedersiniz kendinizi. Gülnihal de tam olarak öyleydi o sıralar.
Keraat vaktinin çıkmasını bekleyip namazını kıldı büyük bir heyecanla. Hemen hazırlanması gerekiyordu yoksa geç kalacaktı. Geride kalan günlerde dikiş nakış kursuna başlamıştı annesinin ısrarı ile. Dilruba medreseye gittiği için evde kalıp bunalmasını istemiyordu ilk göz ağrısının.
Hem dikiş nakış bilmeyen genç kızı kimse almazmış. Öyle diyordu annesi.
Kahvaltı için ekstra bir vakit kalmamıştı o sabah. Dilruba mektebe gitmek için çıktı evden. 21 yaşında deli dolu bir kızdı ablası kadar olmasa da. Çokta güzeldi. Hatice kadının iki kızı da zarafetlerini annelerinin genlerinden almışlardı. Aynı zaman da akıllı ve iyi yetişmişlerdi. Her kadının gelini olmasını isteyeceği türden yani.
"Kurs biter bitmez gelirim merak etmeyesin annem " dedi yine konaktan koşarak çıkarken Gülnihal.
"E be evladım, e be evladım bir kez de yürüyerek çık şu konaktan" diye endişeli bir veryansın etti annesi ve ekledi "Koşma düşeceksin"
"Tamaaaam" diye şen bir yanıt verdi annesine konaktan fişek gibi çıkarken. Hatta belki yolu yarı bile etmiş olabilirdi. Hep öyleydi. Hiç büyümeyecek küçük bir kız çocuğu gibi.
Aynı anda yan konakta hareketlenmeye başlamıştı. Evin genç beyleri bir bir iniyorlardı konağın ön bahçesine. Bu güzel adamlarla işte şimdi aydınlanmak üzereydi karanfil sokak. En son Yusuf çıkmıştı konaktan ceketini ilikleyerek. Yana doğru attığı siyah saçları sabahın seher yeline karşı direnemiyor kuş tüyü misali sağa sola savruluyordu.
Gülnihal ise evden o kadar apar topar çıkmıştı ki mecburen yüzündeki peçe ile uğraşıyordu rüzgara karşı. Hep telaşlıydı. Şalını tamamen düzelttikten sonra kimse görmesin diye çabayla iğneledi. Fakat şal ve peçe ile uğraşması elinde kurs bohçasının olmadığını oldukça geç fark etmesine sebep olmuştu. Aklını hızlı bir şekilde yokladı. Nerede bıraktığına dair. Ve hatırladı.
"Kahretsin! Evde unutmuş olmalıyım" diye arkasını döndüğü an kendini genç bir beyin göğsünde buldu büyük bir sarsıntı eşliğinde. O kadar sert çarpmıştı ki hala yapışık şekilde olduğu adam nasıl sarsılmadan aynı şekilde durabiliyordu şaşırmıştı. Bir de utanmıştı elbette. Öyle ki kendini nasıl çekecekti çarptığı adamdan bilmiyordu.
Yusuf'ta şaşırmıştı. İlk olarak ne olduğunu idrak etmek için çaba sarf etti. Sonra başını eğip göğsündeki kıza baktı. Yine oydu. Yine aynı haylaz kız. Yine aynı baş belası! Yusuf görmek istemedikçe kız her yerde karşısına çıkıyor, ayağına dolaşıyordu. Şimdi bir de vatos gibi yapışmıştı. Yutkundu. Göğsüne çöreklenen hafif çarpmayı bastırmak için uzunca bir nefes aldı. Sinirlendiği için olmuştu neticede. Öyle düşündü Yusuf. Başka hiç bir şey de gelmemişti aklına.
Utanç duygusunun üzerine dağ gibi yıkıldığı genç kız ise içinden bütün bildiği duaları okumaya başlamıştı. Yuvasına konmuş hoyrat kuş gibi hala göğsünden ayrılamadığı adamdan kurtulmak için. Bir imkanı olsa görünmeden ışınlanmak isterdi oradan. Saniye de ne çok şey geçiyordu aklından böyle.
Türlü düşüncelerin esaretindeyken omzundaki bir kaç parmak darbesi ile irkilip gözlerini refleks olarak yukarı kaldırdı. Başının hemen üzerinde hayatında gördüğü en güzel şey duruyordu. Anlıkta olsa unuttu utancını. Ve sonra bir;"Bismillah" dökülü verdi dudaklarından sessizce. Nefesini kontrol etmek için elini ağzına kapadı hemen. Bir nevi önlemdi bu. Yoksa ALLAH muhafaza bir Bismillah daha dilinden azat olup daha fazla utanacağı bir duruma zemin hazırlayabilirdi.
"Çekilmeyi düşünmüyor musun?"
"a aa afedersiniz. Gerçekten çok üzgünüm" diye telaşlı cümleler eşliğinde çekildi Yusuf'un göğsünden, içinde bulunduğu duruma kazara düştüğünü anlatabilmek uğruna.
Karşısında ki kız utanç içinde kıvranırken kurşun benzeri sert bakışlarını bir an olsun çekmemişti Yusuf peçenin üzerinden mücevher gibi parlayan bir çift güzel gözden. Ama o nidalı bakışlar etkilendiği için değil bu kıza karşı duyduğu antipatiden kaynaklanmıştı.
Gözlerini ani bir hareket ile çekip Gülnihal'in yanından geçti. Daha fazla tahammül edemeyecekti..
"Hey" genç kızın seslenmesi ile duraklayıp başını yarım bir şekilde arkaya doğru çevirip baktı.
" Ne kadar da saygısızsınız. Özür dilediğim halde o korkunç bakışlarınızla yüz çevirip yolunuza devam ediyorsunuz. Bu çok çirkin bir tavır" diye sitem etti Gülnihal incinen gururunun tesiri ile. Ve cümlesinin bitmesini bile beklemeden ikinci kez giden adamın ardından daha da sinirlendi.
"Sevimsiz.. Kendini beğenmiş. Gıcık "diye bağırdı. Ve ekledi,
"ALLAH seni benim karşıma bir daha çıkarmasın""Amin" de gecikmemişti Yusuf tarafından.
Onlar bir birlerini asla görmek istemedikleri dileklerini yaradana açtıkları sırada Güz konağında kaderin cilvesi baş göstermeye başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güz Sancısı (Beyzadeler Konağı)
Ficțiune generalăYaşamaya başladığı his karmaşası beraberinde bir sarsıntı ile geldi Yusuf'a. Bu o değildi. Başını daha da dikleştirip tek kaşını kaldırdı. "Senin için hazırladığım sürprizi beğenmişsindir umarım. Malum gizlenmek beni epey uğraştırdı. Ama değdi. Ve y...