80.Bölüm

890 141 64
                                    

Her insanın bir kör noktası vardı. O nedenle hayatta bazı şeyleri mutlak suretle ıskalar, bazen geç kalır, bazen ise hiç göremezdi gözünün önünde duranı.

Ayşe yemeğe katılmayı gayet bilinçli ve son derece kararlı bir şekilde reddetmişti. Elbette anneciği olduğu gibi aktaramadı ve en makul bahane ile geçiştirdi durumu. Zaten aksi gayet yanlış anlaşılmaya müsait ve pekte hoş karşılanmayacak bir husus olurdu.

Mustafa'yı görmeye hazır hissetmiyordu ve tabiri caiz ise ökseye yakalamış minik bir serçenin çaresiz çırpınışlarında saklı olan korku ve umutsuzluğunu taşıyordu içinde.

Gündem o kadar yoğundu ki Gülnihal ve Yusuf farklı noktalarda da olsalar ara ara göz göze geldiler bütün akşam ama hiç yan yana gelemediler.

Bir müddet Mustafa'nın bir hafta kalan evliliği konuşuldu gençler arasında.

Mustafa hariç herkes inanılmaz heyecanlı ve mutluydu.

"Senin bu halin beni biraz ürkütüyor abi" dedi Ömer sohbetin içine bir türlü giremeyen Mustafa'ya.

Elindeki fincanın dibinde kalan son kahveyi tek yudum da içip fincanı masaya bıraktı ve Ömer'e çevirdi bakışlarını.

"Neden?"

"Bilmiyorum. Sanki zorla evleniyor gibisin"

Mustafa gözleri hafif kısık şekilde yüzünü esefle çevirirken yanıt verdi "Tam olarak öyle zaten. Bunun gönül rızası ile olduğunu size düşündüren şey nedir?"

Ömer direkt cevap verdi "Annem sana ilk açtığında evet demiş olman"

Mustafa hafif ve kontrollü siniri ile tekrar yanıtlama ihtiyacı duydu "Konu benden çıkmıştı, ben de sonradan duydum zaten. O raddede nasıl hayır diyebilirdim. Diyemezdim"

"Seni yargılamak, eleştirmek yada başka bir amaç ile konuşmuyorum bunları abi. Aksine mutsuz görmekten huzursuzum sadece" dedi Ömer.

Mustafa gözleri ile onu anladığını belirtti. Sonra da konuşmanın sonlanmadığına kanaat getirip devam etti.

"Belki de hayır demeliydim ilk duyduğum an, korkaklık ettim. Anneme hayır diyemedim"

"O çok iyi biri abi, çocukken öyleydi en azından ve şimdide değiştiğini düşünmüyorum. Bu yaz bir kaç kez rastladım burada ona.. Demem o ki, ne senin üzülmeni isterim, nede Ayşe'nin. Bilakis ikiniz de mutluluğu hak eden insanlarsınız"

Konuşma o kadar şeffaf ve olması gerektiği gibi ilerliyordu ki ne Yusuf dahil olmak istedi, ne de Hamza.. Ömer herkesin içinde tuttuğunu dillendirmişti adeta.

Mustafa hayatında hiç hissetmediği kadar köşeye sıkışmış hissediyordu kendini. Aslında tamamen bu yüzdendi bütün mutsuzluğu.

"Deniyorum" dedi ve devam etti "Belki hiç tanımadığım biri olsa çok daha kolay olurdu her şey. Lakin yapacak pekte bir şey yok şu aşamada ve ben gerçekten kabullenmek için çaba sarf ediyorum"

"Yetmez. Sevmeyi denemelisin, bunu önce kendin için yapmalısın"

Mustafa kendisine karşı bu kadar açık bir şekilde düşünce belirten Ömer'e baktı uzun uzun..

"İnşallah sen benim düştüğüm durumun içine düşmezsin"

Ömer hafif bir şekilde gülümseyerek baktı abisine. Dudakları minicik üste kıvrıldı "Düşmeyeceğim" dedi.. İki abisi de anlamayan gözlerle bakarken, evin en küçüğü deyim yerindeyse yüzünün tüm kaslarını çalıştıracak boyutta gülümsüyordu. Çünkü müthiş bir gözlem yeteneğine sahipti. O'da Ömer'e Zeliha'ya hislerinden bahsetmemişti hiç bir zaman. Fakat Ömer'de onun kalbinde taşıdığından habersiz değildi, tıpkı onun da olmadığı gibi.

"Nasıl bu kadar eminsin" Yusuf bir kaç çıkarımda bulunduğu için bu kez oyundaki yerini almıştı..

"Çünkü evleneceğim kişiyi buldum" dedi. Sonra bakışlarını etrafta gezdirdi. Ve sadece bir kaç saniye bahçenin diğer tarafında olan Dilruba'ya bakıp aklını toplamak için zaman kazandı kendince. Konu duygular olunca Ömer içlerinde kendine ve diğerlerine karşı en dürüst ve belki en cesur olandı. O da bunu yeni keşfediyordu aslında. Çünkü hayatında hiç bir gönül işi olmamıştı..

"Kim olduğunu tahmin ediyor olduğunuz için hiç dillendirmeyeceğim malum şuan burada" cümlesi bitmeden hepsinin gözleri Dilruba'yı bulmuştu. Neticede o konakta hiç bir şey gizli kalmıyordu. Özellikle de, konu Serra Sultan'ın gündemindeyse.

Ömer 'ne yapıyorsunuz' anlamında başını üçünün önünde gezdirip, utançla çattığı kaşlarının altındaki gözlerini onlara dikti.

Herkesin suretinde bir gülümseme ve konuşmamak için kendini zorlayan bir ifade boy vermişti.

"Bu kadar belli ederseniz konuşmayalım hiç"dedi.

Yusuf yüzündeki gülümsemeyi yok edip eli ile devam et diye işaret etti ve küçük bir soru yöneltti "Evleneceğin kişi olduğunu nasıl anladın?"

"Bunu size söyleyeceğimi düşünmediniz heralde" dedi küçük bir miktar güldü ve devam etti "Bilirsiniz bu tarz şeyler çok da sözle ifade edilebilen şeyler değil, nitekim benimki de öyle"

Dilruba hiç farkında olmadan onun kalbine dokunmuştu..

Ayni sıralar Mustafa ile görüştüğü ibadet için ayrılmış evin güney cephesindeki küçük odanın sokağa bakan tek penceresinin önünde çenesini, dizlerinin üzerinde birleştirdiği ellerinin üzerine dayamış şekilde oturan Ayşe aklı ve kalbinin uzlaşmaya varamadığı bir noktada anın içinde kayboluyordu.

Evet dediği için pişman değildi. Sadece korkuyordu. Çünkü geçmişe dair ve neredeyse çocukluk anılarının ve tüm hatıralarının mimarı oydu. Kendisi hiç bir zaman bunların farkında olmasa bile Ayşe'nin bir yetişkine dönüşüm sürecinin evrelerinde ve hatta karakter gelişiminde katkısı büyüktü. Asla özgüvensiz ve gurursuz bir kız olmamıştı ama hissettiği şeylerin onu bir miktar içine kapanık ve daha az konuşan biri yaptığı gerçeği yadsınamazdı.

Gözleri karşı binanın bahçe duvarının dibinde oynayan iki çocuğa takıldı. O saatte hala büyük bir şevkle oynayan çocukları görünce 'Biz de gece yarısına kadar oynardık' diye geçirdi içinden.

Sonra camda beliren suretine değdi gözleri. Gaz lambasının ışığı baktığı yerdeki yansımayı aydınlatmıştı. Gözlerinin hemen altındaki açık kahve rengi çillere baktı ardından. Belli belirsiz ve dağınıklardı. Sonra onu kendi güzelliğine küstürenin bir cümlesini anımsadı. İnsan kıymet verdiği biri tarafından fazlaca kırılınca o kişinin tüm sözlerini ve ifadesini bir kamera gibi eksiksiz kayda alıyordu. İnsan zihni bu konuda çok karmaşık ve sanıldığından çok daha kuvvetliydi.

Zaten öyle olmasaydı kimsenin içine dert edindiği ve onu hasta eden bir etmen de kalmazdı.

"Çilli, sıska ve yeşil gözlerinle tıpkı bir yaban kedisi gibi gözüken küçük bir kızsın sen" İşte eskiye dair tüm çıplaklığı ile anımsadığı o cümle tam olarak buydu.

Bunları hatta daha fazlasını umursamadığı, önemsemediği ve kalbinde yer vermediği bir başka kişiden duysa hiç takılmayacaktı belki. Fakat konunun gelişen hali bütünüyle çok can yakıcıydı..

Esasında insanın geçmişe yada daha önceden yaşadığı kötü şeylere takılıp kalması kendine yaptığı en büyük haksızlıklardan biriydi. Çünkü yaşam bütünüyle kutsaldı. Geçmiş bir daha yaşanmayacak olduğuna göre, insan önceden yaşanılan hiç bir şeyi değiştirmez, müdahale dahi edemezdi. Dolayısıyla her zaman yaşadığı anın içinde daha iyi, daha güçlü var olmaya ve geleceği kendisi için daha hayırlı, daha yaşanılır, daha anlaşılır, daha güzel ve daha kıymetli kılmaya çaba sarf etse gönlünde ve zihninde onun tüm yaşamını etkileyen ağırlıkların hiç birine yer kalmayacaktı..

Çoğu zaman büyük çabalar iyi sonuçlar getirmezdi ama hayat zaten tam olarak böyle bir şeydi ki, geçmişi iyisiyle, kötüsüyle kucaklayıp daima öne bakmak, güzel şeyler için çaba sarf etmek olabilecek en cesurca şeylerden biriydi.

Güz Sancısı (Beyzadeler Konağı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin