49. Bölüm

12.2K 736 187
                                    

Karardıkça karardı hava. Gök bulandı kirli bir kızıllığa. Yağmur yer yüzüne sefere çıkmış ordu gibi inerken, konağı çevreledi bir toz bulutu ufuk çizgisini yırtarcasına.. Ve çatlamış bir testiden sızan ince bir mevzu döküldü ortalığa. Mühimdi biraz, biraz derin biraz da hususiydi.

"Vedat diye bir misafirin var"

İsmi duyar duymaz toparlandı Yusuf. Ağır ağır çektiği haki taşından tesbihini bıraktı oturduğu sedirin üzerine. Topladığı ayaklarını sallandırdı. Deri ve önü kapalı terliklerini giydi. İçini bir telaş kaplamıştı ki sormayın gitsin. Korktuğundan değil, karısını üzecek bir sonuçla karşılaşmaktandı endişesi.

Merdivenlerden inerken, elinde şerbet sürahisi ile çıkan Gülnihal ile göz göze geldi çok değil sadece iki saniye kadar. İşte an itibariyle saniye zaman kavramında ki anlam ve önemini yitirmişti. Kısa süreli de olsa mana dolu bakışları içi daha fazlasını almayacak kadar dolu bir su baloncuğu gibi patlamak üzereydi. Baba olacağına bile adam akıllı sevinememenin, karısı için dünyanın kütlesinden fazla hacme sahip bir acının kaynağını çözememenin azabından tok ve yalındı o bakışlar.

Dar vakit ziyaretçisi haya edip olduğu yerde beklerken aslan gibi ağır adımlarla ilerledi 1,93 boyu ile Yusuf. Korkunç bir heybeti vardı daima ama o akşam boyundan aşıyordu. Sureti gece kadar karanlık, bakışları ay gibi aydınlıktı.

"Selamün aleyküm"

"Ve aleyküm selam hoş geldin Vedat"

"Hoş buldum" dedi, hiçte hoş şeylerden bahsetmeyecek adam.

"Buyur içeri geçelim" Eli ile işaret edip önden yol gösterdi misafirine. Giriş holünde ki duvarda asılı ve yanar halde olan gaz lambalarından birini alıp yine aynı katta ki çalışma odasına geçti Vedat ile birlikte. Bir kaç dakika sonra Hamza'nın getirdiği Türk kahvesi ikramından sonra uzatmadan konuya girdiler.

Çantasından çıkardığı üç beş kağıdı masaya bıraktı Vedat. Eli ile uzattı Yusuf'a Doğru.

"Bunlar Hekimlerin en son analizleri. Veba değil, Halep'ten getirildiği tahmin edilen bir asitle önce zehirlenmiş maktuller. Sonra kanlarında ki asit bedenlerini çürütüp hızla yakmış. O yüzden tanınmaz bir haldeymişler. Daha önce de bahsettiğim gibi yaşlar sizin kurbanlarla uyuşmuyor"

Kanı donmuş bir halde dinledi Yusuf. Nasıl bir durumla karşı karşıya kaldıklarını anlamasının imkanı yoktu. Dişlerini sıkmaktan yüzünde ki bütün kaslar harekete geçmişlerdi. Esmer teni daha da siyaha bulanmışken konuya girdi "Yani iki cesetle kayın validem ve Dilruba'nın uyuşmadığını söylüyorsun, doğru anladım değil mi?"

"Doğru üstad" diye yanıt verdi Vedat ve hızla devam etti "Bir çete işi gibi gözüküyor, daha önce Musul'da aynı vaka iki kez görülmüş, bu yaz Bağdat'ta ve şimdi bu vaka. Hepsi de aynı izleri taşıyor. Kendilerine Musa'nın fedaileri diyorlar. Kolluk kuvvetleri olayı zaten inceliyor size düşen bu süre zarfında olabildiğince aklı selim davranmak. Ki sakın ola işin peşine düşüp daha da karmaşık bir hale getirmeyin. Sana söz veriyorum en kısa zamanda çözüme kavuşması için elimden geleni yapacağım, ve çözmeden bir tatlı uyku dahi uyumayacağım"

"Peki " dedi Yusuf "Peki, hukukun işini hukuka bırakacağım, Ya annem ve baldızım, onlar nerede olabilir bu konu da bir ip ucu yok mu?"

"Var" dedi yutkundu adam. Nasıl söyleyecekti bilemedi ilk etapta, sonra bir kez daha yutkundu ve kaldırdığı kaşları ile ekledi "Parmağı olduğu şüphelenilen çete Kerkük'te bir aşiret çetesi. Asıl işleri haramilik. Musul, Kerkük hattında ipek yolunu kullanarak ticaret yapan tüccarların yollarını kesip mallarına el koyarlar. Pek çok bölge de adamları var. Farklı ırklardan, en sadık adamları ise Rumlardır. Başta çok yüksek ihtimalle Musevi bir vatandaş var. Son yıllarda cinayet ve kundaklama işleriyle anılmaya başladılar" Kundaklama kelimesini duyunca durakladı Yusuf.. Artık taşlar yerine oturmaya başlamıştı. Şaibe teşkil eden konu yalnızca kimler ve neden olduğuydu. "Eğer yaşıyorlarsa katiyyetle muhtemel Musul'a götürülmüşlerdir. Yahut İstanbul'un her hangi bir köşesindeler. Şuan bilemiyoruz"

Güz Sancısı (Beyzadeler Konağı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin