Sıra sıra asılmış pembeyez çarşaflar ile karşılaştı her adımında. Tam önünde duran ilk çarşafı yavaşça çekip usulca ilerledi Gülnihal. Sonra bir yenisiyle daha karşılaştı. Çıplak ayaklarına baktı, bir de beyaz geceliğine ve hemen ardından uçsuz bucaksız yeşilliğe. Ilık bahar meltemi ile gözlerinin önünde dans eden saçlarını parmakları ile çekip seslendi "Asude koşma düşeceksin"
İşte o an muazzam bir baş ağrısı eşliğinde kendine gelmeye başladı hafif aralanan gözleri, pencereden yüzüne düşen cılız güneş ışığı ile bir kaç kez kapanıp açıldı..
Bir kaç dakika sonra biraz daha ayıldı, kendini çekip hafif doğruldu ve yatağının başlığına sırtını dayadı.
Üzerinde, kol ağızları dantelli, aralarda fisto geçişleri ile hareketliliğin eşit şekilde dağıtıldığı ve etek uçları fırfırlı beyaz geceliği vardı. Açık saçları örgüden dolayı dalga dalga olmuş, omuzlarından aşağı dökülmüştü. Burnuna ulaşan nefis kokuyu içine çekip eli ile dokundu. Yumuşacık olmuşlardı. Tıpkı eskisi gibi.. Hatırlamıyor olsa da yıkanmıştı, bu bariz şekilde belliydi. O pis koku ve kirden arındığı için mutlu oldu..
Aralı pencereden içeri süzülen ılık rüzgar yüzünde taze bir his bırakırken o an aslında normal hayatında şükür etmesi gereken çok fazla şey olduğunun farkına vardı. Yalnızca hissediyor olmak bile başlı başına bir şükür sebebiydi. Günü, güneşi, rüzgarı, havayı, soğuğu, sıcağı fark etmek ve hissetmek.. Muhteşemdi.
En güzeli de içindeki kıpırtıyı hissetmesiydi. Küçük bir hareketlenme ile şaşırıp iki elini de karnına götürdü.
"Merhaba kızım, ben annen... Şükür ki iyisin, ve hala benimle birlikte olduğun için çok mutluyum" diye fısıldadı bir kaç damla göz yaşı yanaklarından aşağı hızla sürüklenirken. O bir kızdı. Buna canı gönülden inanıyordu. Çünkü mutlaka o rüyaların bir sebebi ve kerameti vardı. Biliyordu.
Görmüş olduğu rüyayı hatırladı. Daha önce babasını gördüğü rüyadaki kız çocuğunu yine görmüştü Gülnihal. Ama diğerinin aksine bu kez güzel denilebilecek ferah ve aydınlık bir rüyaydı. Rüya da aldığı gül kokusu burnuna çarptı. Ön bahçedeki yediveren kırmızı güllerin ve sağ duvarı boydan boya saran sarmaşık güllerinin kokusu birbirine karışmış, rüzgarla birlikte odaya kadar ulaşmıştı.
Biraz daha doğrulup ayaklarını karyoladan aşağı sarkıttı. Çünkü bahçeye bakma isteği bitkinliğinden daha baskın bir hal almıştı.
Hem Yusuf'u da görebilirdi belki. Çölün vahaya duyduğu özlem kadar güçlü, toprağın yağmura olan açlığı kadar büyük bir ihtiyaçtı, onu görme arzusu..
Ne kadar çok sevdiğini bir kez daha feci sarsıcı bir şekilde anlamıştı Gülnihal. Hemen ayağının dibinde ki önü açık siyah terlikleri ayağına geçirdi ve bir çırpıda kalktı. Şükür ki bacakları hala sağlamdı. Netice de bir savaştan çıkmıştı. Ayaklarını biraz sürüyerek pencereye ulaştı. Bahçede kimsenin olmamasını fırsat bildi. Rüzgardan öne gelmiş panjurun sağ kanadını eli ile geriye doğru itip her zaman yaptığı şeyi yaptı. Başını dışarı çıkardı. Gözlerini kapattı ve büyükçe bir nefes aldı. Rüzgar bir kez daha yüzünü okşayıp geçti ipek saçlarının arasından.
"Gülnihal!"
Gülnihal adını duyduğu sesin sahibi anladığı için hızla döndü ve gülümsedi..
"Seni çok özledim"
Yusuf heyecanla baktı ona "Ben de seni çok özledim" dedi ve hızla gelip sarıldı.
"Bu özlemi nasıl anlatırım, dahası nasıl tarif edilir bilmiyorum. Sensiz her şey eksikti. Yediğim ekmeğin tadı yoktu. Uyuyamadım, çalışamadım, hiç bir şey yapamadım.. Yaşıyor olmam nefes almaktan öte değildi"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güz Sancısı (Beyzadeler Konağı)
General FictionYaşamaya başladığı his karmaşası beraberinde bir sarsıntı ile geldi Yusuf'a. Bu o değildi. Başını daha da dikleştirip tek kaşını kaldırdı. "Senin için hazırladığım sürprizi beğenmişsindir umarım. Malum gizlenmek beni epey uğraştırdı. Ama değdi. Ve y...