Müjdeli Haber

162 27 0
                                    


Geray, Hayat Ağacının yanındayken yeryüzünde neler oldu.

Yüzükten çıkan enerji yeryüzündeki tüm şamanlara ulaşmış ve yüzük ise tekrar Şazmab'ın parmağına gitmişti.

Hakanın doğduğunu öğrenen şamanların ilk işi bunu hizmetinde oldukları efendilerine iletmek olmuştu. Akman'ın kötü ruhlu şamanları korkuyla haberi aldıklarında kendisine bunu nasıl söyleyeceklerini bilemediler. Dilleri titredi, konuşamadılar. Ama Erdenay ve İlter'in sevinç naralarından sonra anlatmak zorunda kaldılar. Zorla oturduğu tahtında öfkeyle dinledi onları. Öğrenmişti. Hakan doğmuş ve kendi tahtı için savaşacağını artık biliyordu. O inanmıyordu böyle bir durum olacağına ama şimdi inanmadığı durumu kaderi olmuştu. Hakan elbet gelecekti ama tahtı ondan alabileceğine inanmıyordu. Erlik Han'dan aldığı öğütler sayesinde öfkesi bir an dinmeye başladı. Marobis olmadan o yenilmez orduyu son gücünde kullanamazdı. Gülümsedi oturduğu yerde, öfkesinin gölgesinde. Ardından arttı gülümsemeler ve kahkahaya vardı. Etrafındaki şaman ve komutanlar anlam veremediler bu duruma; en ölümcül düşmanı doğmuştu ama kendisi tahtta kahkaha atıyordu.

''demek doğdu ha!'' dedi hâlâ gülmeye devam ederek, ''onu doğduğu kanda boğacağım'' bu sefer gülmeyi bırakmış, gözleri kan bürümüştü. Baş Şamanı kendisinin doğumdan kasıtlarını yanlış anladığını düşünerek onu uyardı, ''Efendimiz, biliniz ki o annesinin karnından henüz doğmadı, Hayat Ağacından doğdu. Yani o bir bebek değil.'' Şamanın cesurca söylediği sözlerden hemen sonra Akman'ın kan bürünen gözleri kendisinde kilitlendi. Şaman irkilerek boyun eğdi ve af diledi. Yere kapanarak dualar etti. Bir lider nasıl olabilirde en önemli adamını bu denli küçük düşürebilirdi? Ah keşke Akman bunu düşünebilecek kadar gerçek bir lider olabilseydi.

Kalktı bir hışımla tahtından ve öfkeyle emirler yağdırdı, gerçekten de artık hiçbir şey umurunda değildi, ''Derhal Arus Diyarına gidin ve Ateş Lordunu öldürün. Tüm yeryüzüne haber salın, bu hakan bozuntusuna yardım eden kim olursa olsun: kardeşim İris dahi olursa kılıcımdan nasibini alacaktır. Ordulara haber salın, tetikte olsunlar, yılanın başını henüz küçükken ezeceğim!'' oradaki herkes boyun eğip emirleri yerine getirmek için salondan ayrıldılar. Kendisi de öfkeyle odasına gitti. Yatağında yatar vaziyette olan iki çıplak kadını kovarak etrafı darmadağın etmeye başladı. Kabullenmenin sancılarıydı bunlar. Henüz çocukken kapılmıştı Marobis hayallerine ama sonra bir rüzgâr oranın gerçek sahibini tekrar hatırlattı. Umursamadı ve şimdi söylenilen gerçekleşmişti. Tumar Sarayının en ihtişamlı odası şu anda yerle yeksan durumdaydı; mumlar sönmüş ve her yerdeydiler, oda karanlığa bürünmüştü zira güneş bu taraf için hâlâ doğmuş değildi. Perdeler sökülmüş ve camlar kırılmıştı, yatak tüm minderleriyle darmadağındı. Uzun süre sonra dinen öfkesiyle birlikte ayakta, tüm tükenmişliğiyle duruyordu. Kırdığı pencerelerin camlarından esen rüzgâr saçlarını havalandırsa da kalbine ulaşmıyordu. Etrafına bakındı, eserini gözden geçirdiğinde kaşları çattı ve yüzü yine gerildi. İlk defa ağzı bağırma dışında başka şey için açıldı, tiksinerek ve dişlerini sıkarak söylendi, ''Yükselen güneşe ve akıp giden nehirlere yemin olsun ki, toprak kana doyacak ve Ülgen Han insanı yarattığına pişman olacak.'' Bu yemin Buzlar Ülkesinde kadim bir yemindi ve bunu söyleyen kişi gerçekten de dediğini yapmak zorundaydı. Ve Akman, az önce bu yemini etmişti...

Marobiste eğitim gören ve Akmanın saldırısından hemen önce İlter tarafından Buzlar Ülkesine gönderilen şamanlar, bilginler ve yeni yetmeler Kraliçe İrisin kendilerine tahsis ettikleri kalede çalışmalarını sürdürürlerken duydular. Baş Şaman kütüphanede kitap okurken heyecanla dinledi ve ilk işi Kraliçenin yanına gitmek olacaktı ki onun şamanları çoktan haberi iletmişlerdi. Çalışma odasında elf çiçeğinden yapılan sıcacık sütünü içen kraliçe bir anda odasının önündeki heyecanlı konuşmaları işitti. Kısa süre sonra askerler kapıyı çalarak giriş izni istedi. Kendi baş şamanı ve Marobis'in baş şamanı heyecanla içeriye girdiler arkalarında ise onlarca öğrenci bekliyordu. ''Neler oluyor?'' diye sordu onların yüzlerindeki mutluluğa eşlik ederek, ''bu heyecanınız niyedir?'' asildi ve yerinden henüz kalmamıştı ki şamanın söyleyeceklerinden sonra kimse onu orada tutamayacaktı.

''yüce kraliçem. Nihayet beklediğimiz haber geldi. Hakan doğdu ve ordusunu kurmak için Hayat Ağacının yanında. O doğdu efendim!'' şamanın yüzündeki mutluluk yıllardır bu haberi ne de çok duymak ve duyurmak için beklediğini haykırıyordu. İris oturduğu sandalyesini geriye hızla iterek ayaklandı; üzerindeki beyaz ve soluk mavi rengindeki kıyafetin üzerine giydiği kürkten yapılma pelerin yerde sürünerek şamanlara vardı; gözleri duyduklarına inanmadığını anlatıyordu şamanlara, ''ne dediniz siz?'' o da çok beklemişti ve babası da ama nasip olmamıştı babasına. Şimdi ise ona beklenilen hakanın kendi zamanında geldiği söyleniyordu. O şaşırmasında, o mutlu olmasında kim olsun?

''yemin ederiz ki Kraliçe İris, efendimiz doğdu. Onun doğumu yeryüzündeki biz tüm şamanlara duyuruldu. Hakan doğdu.'' Baş Şamanın mutluluğu katlandıkça katlanıyordu. İris tekrar tekrar duyduğu bu sözlere nihayet aldanmıştı. Gözleri yaşardı ama ağlamadı zira yüzü gülüyordu. Nefes alışları yavaştan hızlandığında eli kalbine gidecekti, ''sakin ol kalbim. Onu görmeyi çok istiyorsun ama sakin ol.'' Telkin etti hızla atan kalbini ve dinledi onu. Dualar ediyordu içinden ve heyecanla kapıda bekleyen habercisine seslendi, ''derhal Mir Meclisine haber verin; Kraliçe İris kendilerini ziyaret edecektir.'' Tüm asaletiyle söylediklerinden sonra çalışma odasından çıkarak keyifle Kış Sarayının koridorlarında ilerledi. Kimsenin kendisiyle gelmemesi yönünde emir verdikten sonra tek başına devam etti. Saray olabildiğince büyüktü; dış duvarları kayalardan oluşsa da içerisindeki sütunlar ve birçok duvar buzdan yapılmaydı. İçerideki soğukluk onların yaşayabileceği seviyede olduğu için hiçbir sıkıntı yoktu.

İlerledi şanlı seçilmiş güzellik ve nihayet sarayın dışına çıktığında göz yaşları akmaya başladı. Dışarıdaki nöbetçiler onu izlediklerinde oldukları gibi sırtlarını çevirdiler, bu saygıdandı. Derinden aldığı nefes boynundaki mor damarları ortaya çıkarmıştı zira onların kanı mor akardı. Bulutsuz gökyüzüne baktı ve kapattı gözlerini, bir de öyle aldı derinden bir nefes, ''nihayet geldin. Nihayet geldin Hakan.'' Sessizce söylendikten sonra kendisine çeki düzen vererek yüzündeki duygusallığı aniden söküp attı. Elleriyle gözyaşlarını siler silmez yürümeye devam ederek az ilerideki yapıya doğru ilerledi. Burası Kış Sarayının arka bahçesiydi ve bu diyara özgü olan tüm güzel bitkiler burada yeşerirdi. Renk çeşitliliği ve etraftaki kar'ın beyazlığı ile buzun açık maviliği eşliğinde muazzam görünüyordu. Yerdeki taştan yapılma yolda ilerleyen İris etraftaki o muazzam güzellikteki bitkilere bakmadı bile, gerçi her gün görüyor olmalıydı yoksa kim olursa olsun gözünü bunlardan alamazdı. Nihayet ulaşmak istediği yerdeydi; Kraliyet Mezarlığı. Neredeyse tüm atalarının ve kutlu soylarından olanların istirahatgâh'ı olan bu yer saray mimarisine uygundu; üst tarafı açık ama etrafında sütunlar vardı ve kocaman alan dikdörtgen şeklindeydi. Ana kapıdan adımını atan kraliçe bir an bekledi ve ellerini önünde birleştirerek boyun eğdi, bu da saygıdandı ve ülkede gelenekti. Sağda ve solda birçok sade mezar vardı; bir el yüksekliğindeki dikdörtgen taşların tamda girişe bakan mezar taşları mezarlar kadar sadeydiler. Üzerlerinde sadece kim olduğu, kaçıncı kral veya kraliçe oldu ve nasıl öldüğü yazılıyordu. Soyunun tüm üyelerini gözleriyle selamlayarak anne ve babasının mezarının karşısına geçip baktı, Oğlu tarafından Yaşam Çiçeğiyle öldürüldü, ikiz çocukları Akman ve İrisi doğururken öldü. Acı gözlerle okudu bu yazıları. Hiç görmediği annesi ve uğruna canını bile verecek kadar sevdiği babası. 

MAROBİS (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin