Hayatta; her insanın elbet seçimleri olurdu. Mutlaka bir seçeneği seçmek zorunda kalır, ve hatta bazen de seçtiği seçeneğin kötü bir seçenek olması umurunda olmazdı.
Kimi zaman tökezler, kimi zaman tökezlemekle kalmayıp düşerdi ama elbet, sonunda iki ayağı üstünde dururdu.
Benim iki ayağım da kırıktı.
Defalarca tökezlemiş, yine de bir şekilde, bir yerlede tutuna tutuna doğrulmuştum ama en sonunda öyle bir tökezlemiş, yere öyle sert düşmüştüm ki, doğrulduğumda artık iki ayağımda kırıktı.
Şimdi ne koşabiliyor, ne de yürüyebiliyordum.
Sadece oturuyor ve bana yazılan kaderi yaşıyordum.
Karanlık ormanda, üstümdeki, ayakbileklerime gelen siyah kabanıma sarılmış bir halde yürürken bununda kaderin bir parçası olduğunu biliyordum. Ormanın derinliklerinden gelen kurt ulumalarını ve baykuşların o ürpertici seslerini duyabiliyordum.
Yürürken, dağınık bir şekilde alttan topuz yaptığım saçlarımdan firar eden saç tutamları yüzüme geliyordu.
Tahta, penceresiz kulübenin önüne geldiğimde dudaklarımı dilimle ıslattım ve verandanın önündeki iki basamağı aşıp tahta kapının önüne geldim. Orman fazlasıyla sisliydi bu gece. Öyle ki, gökyüzü tüm sisini sanki bu ormana armağan etmişti.
Aralık duran tahta kapıyı ittirdiğimde ürpertici bir gıcırtıyla aralandı ve o aralıktan karanlık kulübeye girdim. Kulübenin içi zifiri karanlıktı. Her ne kadar küçük mutfak tezgâhının üstünde erimeye yüz tutmuş bir mun yanıyor olsada kulübeyi yeterince aydınlatmıyordu.
Kapıyı her zaman ki gibi aralık bırakıp içeri doğru bir adım attım.
Bu kulübede yalnızca eski bir yatak, bir mutfak tezgâhı, küçük bir şömine ve semaver bulunuyordu.
"Geldin mi?" Diye sordu, her zamanki gibi yatağın üstünde oturmuş, karşısındaki duvara bakıyordu.
Beyaz sakalları göğsüne kadar uzanır ve üstünde, her geldiğimde gördüğüm önü ilikli beyaz cübbe ve onun üstüne giydiği sıfır kol, kahverengi yün bir hırka olurdu.
Başımı sallamakla yetindim. O göremiyordu ama hissettiğini biliyordum.
"Neden geç kaldın?" Diye sordu o yaşlı sesiyle.
Üstümdeki kabanı çıkarıp yatağın köşesine koydum.
"Yine yolları karıştırdım."
"Her zaman ki gibi," dedi ve onaylamaz şekilde başını iki yana salladı. Sesli, yaşının getirisiyle yorgun bir nefes verdi.
Onun yüzünü hiç görmemiştim ama sanki görmüşçesine tanıyordum onu.
"Kaç aylık oldu?" Diye sordu. Elimi şişmiş karnıma götürdüm ve okşarken karnıma bakıp gülümsedim.
"Neredeyse 6 aylık olacak."
Başını ağırca aşağı yukarı salladı. "Doğumuna çok az kaldı." Mumun ateşi sönmek ister gibi hızla hareket etti ama buna rağmen sönmedi.
"Ondan vazgeçeceğin için üzülmüyor musun?"
Gülümseyen yüzüm bir anda söndü ve karnımı okşayan elim duraksarken kafamı kaldırıp ona baktım.
"Ondan vazgeçmeyeceğim. O doğacak ve ben onu kucağıma alacağım."
Güldü. Onun ilk kez güldüğünü görüyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BUZ VE ATEŞ (ALEV SERİSİ - 1)
Roman pour AdolescentsBir adam ve bir kadın. Geçmişin kirli pençeleri... İntikam almak isteyen bir adam. Tek hayali, sevdiği adamla sonsuz olmak isteyen bir kadın. Kadının bu hayalini elinden alıp tutsak eden adam: ALAZ AKSOY Hayatı çaresizlikten ibaret olan, sürekli yar...