Minho bomboş bir kafayla caddede yürüyordu. Nereye gittiğine kendisi değil ayakları karar veriyordu.
Yapması gereken bir açılış vardı, onu bile unutmuştu. Yapsa ne olacaktı ki hem, Jisung'un çok sevgili nişanlısının iltifatlarını mı dinleyecekti?
Yol üzerinde gördüğü markete uğramış, bir kaç kutu bira ve bir paket sigara almıştı. İlaçlarla alkol alması doğru değildi, ama umrunda bile değildi şu an.
Sonunda istikametine ulaşmıştı, Han nehri. Bir nehrin adı bile insana acı verebilir miydi? Veriyordu işte.
Jisung burayı çok severdi çocukken, sık sık gelirler birlikte nehrin kıyısına uzanıp gökyüzünü izlerlerdi.
Bulutları benzetmece oyunu oynarlardı, günün sonunda Jisung ne derse Minho da o mutlu olsun diye kabul ederdi. Aklına gelen bu güzel anı bile kalbine bıçak gibi saplanıyordu.
Yine uzandı nehrin kıyısına yalnız başına, Jisung burada yokken de çok kez gelmişti buraya. Bulutlar yoktu bu sefer, yıldızlar vardı. Yıldızlar da Jisung'u hatırlatıyordu. Ona her baktığında içinden onun gözlerinde yıldızlar olduğunu düşünürdü.
Böyle nasıl devam edecekti yaşamaya, baktığı, duyduğu, hissettiği her şey Jisung'u hatırlatırken. Ne anlamı vardı ki?
Doğrulup bir süre akan nehri izledi, gözü dalmıştı. Kafası boşalmıştı. Gözlerini kapatıp kendini tekrar çimlere attı.
Ardından ceplerini karıştırıp, kulaklığını buldu. Teki çalışmıyordu sorun değildi, o da Minho gibi yalnız kalmıştı, istemeden kendine benzetti saçmasapan bir kulaklığı bile.
Telefonunu açıp uçuş moduna aldı. İlk çıkan şarkıya bastı, hangi şarkı olduğunu önemsemedi.
Şarkının sözlerini dinledi bir müddet, ne tesadüf şarkıda kendisini anlatıyordu. Yavaşça mırıldanmaya başladı kalbi kan ağlarken.
"Mayın tarlasında dolaşıp durmuşum aşk sanıp da,
Herkes arkamdan bağırmış kimseyi duymamışım.
Savaş filmlerinde olur ya yaralı yaralı devam etmişim.
Sonuna kadar aşk ya yanımdasın sanmışım."
Mırıldanırken duygulanıp ağlamaya başladığını bile fark etmemişti. Verdiğimiz sözleri mi unuttun diye sormuştu ona ama hayır demişti.
Her şeyi hatırlarken nasıl yapmıştı bunu. Minho bir gün bile vazgeçmemişken hem de ondan, çok saçmaydı.
Aldığı sigaradan bir dal çıkarıp dudakları arasına yerleştirdi. Yakıp uzunca bir nefes çekti içine, bugün yaşananlar hiç yaşanmamış olsun istiyordu. Çok mu şey istiyordu? Hayatta tuttuğu hiçbir dilek gerçekleşmemişti zaten, tanrı o kadar mı sevmiyordu Minho'yu.
Uzun bir süre kaldı nehrin kıyısında, aldığı tüm biraları içmişti. Uzun süredir içmediği için başı dönüyordu, biraz da sarhoş olmuştu, saate baktı, on ikiye geliyordu.
Yine gözlerini kapattı, kendinde ayağa kalkacak gücü bulamadı.
O sıra nefes nefese kalmış Changbin geldi yanına. Üstü başı dağılmıştı, nereden geliyordu ki böyle diye düşündü. Kendisi neden buradaydı onu da hatırlamıyordu zaten.
Changbin dizlerine tutunup iki büklüm olmuşken nefesini düzene sokmaya çalışıyordu. Kendine geldiğinde doğruldu.
"Her yerde seni aradım telefonuna ulaşılamıyor, çok korktum" dedi arkadaşının yanına oturup.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
dandelions, minsung
Fanfiction...ardından serçe parmağını uzattı. "tamam öyleyse bana söz ver, büyüyünce evleneceğiz eğer sözünü bozan olursa ceza olarak bir kutu çikolata alacak" dedi.