Uçağın cam kenarındaki bölümünü oturmuş aşağı izleyen Jisung derin düşüncelere dalmıştı.
En son yıllar önce Kore'deydi. Bugün kocaman olmuş tekrar dönüyordu, koparıldığı topraklara.
O zamanlar yanında bir sürü insan vardı. Sınıf arkadaşları, Jeongin, Changbin, Haneul ve en önemlisi Minho.
Yıllardır aklından bir gün bile silinmemişti Minho. Kalbinden de öyle, adı bile kalbinin hızlı hızlı çarpması için yeterli bir sebebti.
O zamanlar birbirlerine bir söz vermişlerdi yıllar sonra tekrar kavuşacaklarına dair ama gerçek olamayacaktı ne yazık ki.
Kore'deki birkaç günlük işlerini halledip eskiden tanıdığı kimseye görünmeden Malezya'ya geri dönecek, hayatına kaldığı yerden devam edecekti.
Acaba Minho onu hala bekliyor muydu? Verdikleri sözleri hatırlıyor muydu? Bir yanı hatırlasın istiyordu ama bir yanı da unutup hayatına devam etmiş olmasını diliyordu.
Seonghwa'nın Çin'de bir kaç iş görüşmesi vardı, bu yüzden öncelikle Çin'e uğramışlardı. Şimdi Çin'den Kore'ye geçiyorlardı.
Kore'de bir fotoğrafçının sergisi için sponsor olmuştu Seonghwa'nın şirketi. Kim olduğunu merak etmedi Jisung. Umrunda bile değildi bir an önce katılıp hemen geri dönmek istiyordu.
Yıllar önce Kore'ye buruk bir şekilde geri döneceğini söyleseler asla inanmazdı. Onun hayallerindekinden çok uzaktı şimdiki durumu.
Hayallerinde içi içine sığmıyordu, Kore'ye ayak bastığı gibi ilk iş Minho'ya gidip sımsıkı sarılıyor, ben geldim her şey geçti diyordu.
Düşüncelerinde boğulurken yanındaki bedenin kendisine seslenmesiyle irkildi.
"İşim uzadı, bir haftaya yakın kalabiliriz senin için sorun olur mu" diye sordu nazikçe.
Kalmak istemiyordu, Minho'yu göremeden Minho'nun olduğunu bildiği bir şehirde kalmak kalbine ızdıraptan başka hiçbir şey vermiyordu.
"Sorun değil" dedi yine de kısık bir sesle. Seonghwa da başını sallayıp gülümseyerek teşekkür etti ona.
Uçak sonunda Kore'ye ulaşmıştı. Ağır adımlarla derin derin nefes alıp vererek indi uçaktan. Sanki Minho onu yurt girişinde beklediği gibi yolcu salonunda bekliyormuş gibi hissediyordu.
Bunun olmayacağını biliyordu ama yine de bunu hayal etmekten kendini alıkoyamıyordu.
Havaalanından dışarı çıktıklarında kendilerini bekleyen araca binip kalacakları otele geçtiler.
Akşam katılacakları açılış için Seonghwa önden hazırlanıp aradaki boşlukta da bir kaç görüşme yapmak için odadan ayrıldı.
Onun gidişiyle Jisung da kendini yatağa bırakıp içi çıkana kadar ağladı. Canı çok yanıyordu. Böyle olmasını istememişti. Ama bir şeylere mecbur hissediyordu kendini.
Ağlaması biraz azalınca kendini banyoya atıp, ılık bir duş aldı, kendine gelebilmek için.
Ardından valizini açıp giymek için en sıradan kıyafetlerini çıkardı. Süslenmek içinden gelmiyordu sanki cenazeye hazırlanıyor gibi siyahlara bürünmüştü.
Saçına başını biraz düzeltip kendine aynadan son bir kez baktı. Gözaltıları berbat haldeydi, bu yüzden biraz kapatıcı uyguladı başka da hiçbir şey yapmadı.
Seonghwa'nın gelmesini bekledi bir müddet, o da görüşmelerini halledip geldi çok bekletmeden.
"Çok güzel görünüyorsun" diye iltifatta bulundu tebessüm ederek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
dandelions, minsung
Fiksi Penggemar...ardından serçe parmağını uzattı. "tamam öyleyse bana söz ver, büyüyünce evleneceğiz eğer sözünü bozan olursa ceza olarak bir kutu çikolata alacak" dedi.