Hastanenin girişine adım attığında ayakları geri geri gidiyordu. Günün ilk ışıklarıyla içindeki huzursuzlukla gözlerini açmıştı. Savaşın tabutuna omuz vermiş mezarına toprak atıyordu. Gördüğü kabusun etkisinden kurtulmasının imkanı yoktu.
Kendisini karşılayan doktordan durumu hakkında bilgi aldığında içindeki huzursuzluğa bir isim koymuştu. Arkadaşınnın durumu her geçen gün daha kötüye gidiyordu. Her ne kadar dile getirmek istemesede belkide son günlerini yaşıyordu.
Arkadaşı özel olarak kendisiyle konuşmak istediğini bildirdiği için apar topar gelmişti.
Koridordaki görevli hemşireye Savaş müsait mi diye sordu.
Hemşire tedirgin bir ifadeyle ayağa kalktı ve "Biraz önce baktım uyuyordu." diye cevap verdi.
"Yanında kimse var mı?"
"Hayır yok."
Başıyla selam verip odasına girdiğinde kendini yalnız hissetti. Onun sessizliğine alışkın değildi. Yatakta yatan etten kemikten bir bedendi sanki. Bedenine taktıkları cihazlar yardımıyla hayata tutuna biliyordu. Günden güne dağ gibi dediği adam sararıp soluyordu. Son bir ayda neredeyse 20 kilo vermişti. Yumruklarını sıktı. Gözleri doldu. Nerdeyse ağlayacaktı.
Ürkütücü derecede odada yankılanan cihazları duydukça uyan demek istedi. Çaresizce yanındaki sandalyeye kendini bıraktı. Can dostum dediği adamla ne çok şey paylaşmıştı. Şimdi onun acısı karşısında eli kolu bağlı sadece izliyordu.
Çaresizlik ne acı bir duyguydu. Hayatta annesi ve babaannesinden başka kimsesi yoktu. Hep bir kardeşi olsun istemişti. Onu tanıdıkça kan bağının hiçbir öneminin olmadığının farkına varmıştı. Biliyordu ki kardeşi olsa herhalde bu kadar severdi. Ya sana birşey olursa ben ne yaparım diye iç geçirdi. Düşünceleri bile kanının donmasına neden oluyordu. Üstelik sabahın etkisinden kurtulması mümkün değilken yüzüne bakıp her şeyin geçeceğini eskisi gibi olacaklarını nasıl dile getirecekti.
Bulunduğu odada zaman durmuş anlamını yitirmişti. Oturduğu yerde kıpırdadığı sırada Savaşın kendisini izlediğini fark etti. Daldığının farkında değildi. Yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirip "Günaydın." dedi. Sabahın erken saati de olsa, güneş tüm ihtişamıyla doğsada ruhunu saran karamsarlıkla aydın olamıyordu.
Savaş hasta yatağında dakikalardır arkadaşına bakıyordu. Nasıl bir sevâp işlemiştide böyle mükemmel bir dostla ödüllendirilmişti. "Günaydın. Ne zaman geldin." dediğinde sesinde eski güçlü tınıdan eser yoktu. Bugün daha bir yorgun hissediyordu. Oktay'da fark etti ama belli etmemeye çalışıp "10 dakika oldu." diye karşılık verdi.
Odaya kısa süreli bir sessizlik hakim oldu. Oktay neden gelmesini istediğini sorgularken Savaş konuya nasıl gireceğine karar vermeye çalışıyordu. Elini kaldırıp bu hayatta tek güvendiği insana "Seni görmek istedim." diye konuştu.
Oktay sabah kontrollerininin bitmesinin daha iyi olacağını düşünüp öğlen gelmeyi planlamıştı. "İyi oldu. Bende sana gelecektim." dedi.
"Seni bilerek bu saatte çağırdım."
Genç adam duyduklarından sonra merakına engel olamadı ve arkadaşının daha fazla yorulmasını istemediği için "Önemli bir durum mu var?" diye direk konuya girmesini sağladı.
"Sadece konuşmak istedim. Beyza eve gitti. Kimsenin bizi rahatsız etmesini istemedim." Oktay sorgulayan bakışlarla arkadaşına baktı. İfadesinden önemli bir şeyler olduğunu okuyabiliyordu.
Savaş azda olsa kendini toparlamaya çalıştı Oktayın yardımıyla. Birinden yardım almadan yatakta hareket bile edemiyordu. "Dostum zamanımın geldiğini hissediyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EN ÇOK KİM YANDI? (ACI AŞK)
Ficção GeralBeyza'nın kaderi çiçekten çiçeğe uçması gereken küçücük bir arının kanatlarına yazılmış. Küçük olduğuna bakmayın kendisi genç kızın hayatını temelinden sarsacak kadar büyük bir imzanın tek sahibi. Gelin görün ki şimdi bir peçetenin arasında cansız y...