(II)

91 19 6
                                    

Zemin kattaki odaya döndüğü andan beri yatağa oturup kollarını da karnına çektiği dizlerine sarmış ve öne arkaya hipnoz olmuş gibi sallanan Judy, ne tür bir belanın içine düştüğünü düşünmekten başka bir şey yapamıyordu. Kendince vardığı her sonuç ilk saniyeler çok anlamlı gelse de mantığı onu olan biteni yeniden sorgulamaya itiyordu. 

      Rahibeler onun iblis, şeytan, lanetli ve daha bir sürü şey olduğunu iddia etmişti. Onu kargatulumba merdivenlerden aşağı atıp kapıyı da üzerine büyük bir gürültüyle kapatmış ve hepsi bir ağızdan tanrıya yalvarmaya, lanetini üzerine yağdırmaya başlamıştı. Üzerine düştüğü dirseğinden koluna yayılan sancılı ağrı da cabasıydı. Ama kafayı yemek üzere olan Judy bunu hissetmiyordu bile. Beti benzi verem olmuş gibi atmıştı.

         Delilerce kaçırılmış, akıl hastanesinin zemin katına hapsedilmişti. Mantığı ona delilerin nasıl dışarı çıkabileceğini sorunca da kanalizasyonu hatırladı. Birden yataktan fırladı ve kapıya koştu. Kolunu hareket ettirince bir bıçak gibi saplanan ağrı sonrası yüzünü buruştursa da kendini yine odadan dışarı attı. Ortalığı iyice kolaçan edip kimsenin olmadığını anlayınca, ilerisi karanlık olan koridorda yürümeye başladı. 

         Her adımında karanlık onu içine çekti. Sanki faydası olacakmış gibi gözlerini kapattı ve bir şey göremediği karanlığı görmezden gelemeye çalıştı. Fakat bir terslik vardı: Zemine, duvarlara, eşyalara sürtünüp ilerideki kapının aralığından akım yaratan havayı duyabiliyordu. Hatta iki adım ötesindeki karanlıkta bir kapının var olduğunu da anlamıştı. Ve ne tuhaftır ki nesnelerin şekillerini dahi hayalinde canlandırabiliyordu. Ama hepsi onun kulaklarını ve zihnini tırmalayan birer pençe gibiydi. Henüz sesleri dinlemeyi ve adımıyla zihnindeki görüntüyü eşitlemesi gerektiğini bilecek kadar bilgili değildi. Ayağına takılan kutunun ardından tekrar aynı dirseği üzerine düştü. Doğrulmaya çalışınca, dudakları arasından acılı bir feryat yükseldi. Dirseğindeki acı her saniye artıyordu. 

        Koridorun sonundaki kapı açıldı ve Riley'nin sesi boşlukta yankılandı. Hemen ardından Aiden ve Vergil'ın da sesleri duyuldu. Judy, adım seslerini aradaki mesafeye rağmen duyuyordu. 

        "O aptal güvercini iyi benzettin." dedi Vergil, Riley'nin omzuna yumruğunu dokundurup. "Şu köpek benzetmesini duyduğu anki suratını unutamıyorum! Ha ha ha!"

        "Şhh," diye araya girdi Aiden. "Biraz sessiz ol. Katedraldeki ziyaretçilerin bizi duymasını mı istiyorsun?" 

         Riley arkasını döndü ve Aiden'a bakarken geri adımlar atmaya devam etti. "Neden sürekli kıçında bir sopayla geziyormuş gibi davranıyorsun?" 

        "Ciddiyet, Riley." 

        Riley gözlerini devirdi ve önüne döndü. "Bazen babaannem gibi davranıyorsun." 

        "Hadi ya!" dedi aniden Vergil. "Babaanneni tanıma fırsatın oldu mu?" 

        "Tabii ki hayır, mankafa!" Riley kapı kolunu kavrayıp omuzuyla ağır kapıyı iteledi ve koridora ilk adımını attı. "Hepimiz terk edilmiş veletleriz. Ama eminim babaannem Aiden'dan daha eğlenceli-" Attığı ikinci adımın ardından koridorun ortasında kıvranan Judy'yi görünce sözü yarıda kesildi. Tek kaşını kaldırdı ve "-dir." diye cümlesini tamamladı. "Pekâlâ, böyle yollara kapanarak beni karşılaman gerçekten gururumu parlattı." 

         "Sanırım büyük kaçış bazı kutsal sebeplerle yarıda kalmış." dedi Vergil, Judy'ye bakarak. 

         Aiden bir sorun olduğunu anlayınca adımlarını hızlandırıp diğer ikisini geçti ve yardıma koştu. Judy'nin kolunu kavramasıyla çığlığını işitmesi bir oldu. 

(KYS) Ekklesia Ankáthi (GxG)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin