11-Bozulan Ritimler

32 4 0
                                    

Üzerinde ümitle yaşadığımız
Dünyaya sığmıyor kalbimiz.

***

Ölümsüz hikayelerde genelde bir tarafın net olarak ölmesi gerekliydi. Hiç aşıkların sonunda kavuştuğu bir dizi, hikaye kalmamıştı aklımda. Olanlar ise bölük pörçüktü zaten. Şimdi düşününce ben de aynı o hikayeler gibi ölümsüz olmak istemiştim. Ölürken ve daha sonrasında.

Herkes tarafından sevilmek ayrıcalıktı. En azından benim dünyamda öyleydi. Peki ya sonrasında? Kim hatırlayacaktı beni ?Birilerinin kalbine dokunmak, özellikle onun kalbine dokunmak en büyük hakkım ama biliyorum ki olmayacak. Şimdi şu şehiri terk etsem ardımdan bir an olsun göz yaşı dökmeyecek. Gelme düşüncesi zihnine uğramayacak bile.
 
Ozan Turaner için ölümsüz olmam için illa gerçekten ölmek mi gerekliydi? Poyraz karayel dizisinde kalbimi paramparça eden sözde ki gibi hani, ‘Tarih yalnızca mutsuzları yazar. ‘diyordu ya ondan bahsediyorum işte.

Ya da bir başka dizide kadın adama senin kadrajına girmek için illa birisinin ölmesi mi gerek diyordu. Şimdi ben o kadın değil miydim? Ölüm düşüncesinin ne denli yaman olduğunu düşünmem gerekliydi yalnızca.

Ben ölmek istemiyordum. Tarih mutsuz kadınlardan geride kalan ölümsüz aşkları yazmalıydı bana kalırsa. Ardında bıraktıkları aklını ruhunu kaybetmiş adamları.

Öfkeyle çerçevelenmiş ela gözlerine baktım hüzünle. Günler öncesinde ettiği sözlere değil de sevdiğini bile söylemeye aciz oluşu yıkmıştı beni. Öyle birden bire olmuştu bu. Öfkeyle Mete’ye art arda attığı yumrukları izlerken. Korku bütün bedenimi ele geçirir sanıyordum. Meğer korku dediğim şey hayal kırıklığıymış. Bencilliği uğruna beni öpüp yine aynı şekilde kıskanan adammış sebebi.

Ben onu sevdiğimi yedi düvele haykırırken kendisine bile açıklayamayacak kadar acizdi.

Titreyen ellerimle tutmaya çalışıyordum yaralanan elini. Kavgayı yağmurun sert ses tonu durdurmuştu. Arkadaşlarından Mete’yi hastaneye götürmelerini söylemişti. Ozanla aralarında geçen bakışmayı görmüştüm. İçimden bir ses kimsenin şikayette bulunmayacağımı söylemiyordu.

“Canı yanan benim ama ağlayan sensin çiçek.”

Çünkü sen benim canımsın demek istiyordum. Çünkü beni mi yoksa sevgimi mi istediğini kestiremiyorum. Keşke ikisini birden isteseydi. Derin bir nefes alıp yara bandını yapıştırdım elinin üzerine. Elimde sadece unicornlu vardı. Laf edecek sansam da etmiyor. Gülmüyor bile. İçimdeki duygu karmaşasından haberi var mı? İntihar etmeye kalktığımda kalbimin bu kadar acımadığını bilse ne yapardı merak ediyorum.

Elini bırakıp bu sefer yüzünü kendime çevirmiştim. Uzun kirpiklerine yeni çıkan sakallarına baktım. Dokunsam yanacaktım sanki. Elmacık kemiğinin üzerinde ki kızarıklık canımı sıkmıştı. Gidip bir tane de ben meteye patlatmak istiyordum. Kafamda bir sürü şiddet içerikli senaryo dönüyordu. Deliren yalnızca ozan değildi.

“Beni öyle görünce korktun değil mi çiçek? “

Hayır dersem devamı gelir miydi? Günün birinde nasibimi alır mıydım bilmiyorum. Yalnızca öfke kontrolüne ihtiyacı vardı. Ben, beni sevecek bir adam istiyordum. Yaralayacak bir adamı değil. Hem öylesine adam da denmezdi.

“Bana zarar vermezsin. “

Kafasını sallamıştı usulca. Yüzümü ellerinin arasına almıştı. Beni öpecek mi diye korkmuyordum. Gözlerinde şehvet yahut arzu yoktu. Şefkat vardı yalnızca. Annemin ağladığı zamanlar babamın baktığı aynı ifade vardı gözlerinde. İkimizde kendi acılarımızdan sıyrılmıştık. Onun acısı bendeydi aynı benimkinin de onda olduğu gibi.

Aşığın PeşindeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin