'Senin evinde , zindanından , kafesinde benim '
Sen... Sen benim iç sızımsın. Sen kaynar çayın üstüne içtiğim buzlu susun. Sen ,yanağıma düşen kirpik, avucuma sızan dua, divitimden akan mürekkepsin , Sen bana Rabbimin helal kıldığı kendinin haramı, yasağısın. Sen düşüme düşen hediye, hayatımdan kayan yıldızımsın. Sen deniz bense tuzdum nasıl gitmeme izin verirdin.
Ben istedim gitmek, ben direttim illa evim diye ama Barıştı bu izin vermezdiki .Ne oldu da izin verdi böyle.
Otobüse bindiğimden beri annem, ağabeyim ve Müntehadan sırasıyla fırça yiyordum. Hepsi o haydut yüzünden! Şaşırdığım şey Hatice teyzenin beni hiç aramamış olmasıydı. O benim yokluğunu nasıl anlamamıştı?
Camdan dışarıyı izlerken kaldırım kenarında ağlayan esmer erkek çocuğunu görünce yine Barışın son gördüğüm hali geldi gözme. Gidişimi kabul ettiğinde göz kapaklarına dayanan acı mıydı ?
Günler sonra mahalleme girince, otobüsün durağa yanaşmasıyla indim otobüsten. Kaldırım taşlarının her birine basışımda dilimden dökülen zikir oyununu , küçükken annem öğretmişti bana ve Ali'ye.
Karagözlü adam , annen Hakkın rahmetine kavuşmasaydı öğretir miydi sanada bu oyunu? Senin de ilk okuldan kaçışının tek sebebi cuma namazı olur muydu acaba? Sende imam olur muydun acaba bana?
Eve ne zaman yetiştim bilmiyorum ama kapıda gördüğüm not kağıdıyla afalladım. Hatice teyze tarafından yazılmış notta "Rabbim sonunda beni yanına çağırdı güzel kızım. Allaha emanet ol . Çok ani oldu hakkını helal et . Sanada kabenin karşısında dua edeceğim inşallah. " diyordu. Yüzüme yayılan tebessüm ve içime çöken istek gözlerimi doldurdu. Bende çok istiyordum gitmek ama daha nasip olmamıştı bana. İlk kazancımla umreye gideceğim diye hayal ederdim hep.
Not kağıdını avucuma alıp anatarı kilit yerine koydum ve kapıyı açtım. Ev bomboştu her zamanki gibi fakat Hatice teyzelerin evde olmaması içime korku tohumları ekiyordu.
Günlerdir adam gibi yemek yemiyordum ve midem artık isyan bağrağı sallıyordu. Mantomu indirip elimi yıkadım ve hemen mutfağa gidip mercimek çorbasını düdüklüye koyup ocağa indirdim. Ardından hemen gidip üstümü başımı temizledim. Barış yüzünden günlerdir pinti pinti geziyordum.
Saçlarımı kurutup uzun saçlarımı ördükten sonra yazmamı başıma taktım ve mutfağa gittim. Çorbamın altını kapattım . Halsizlikten çorbanın yanına bişey yapamayacağımı anlayınca çorbaya ekmek doğrayıp karnımı doyurmaya çalıştım. Şükredilecek o kadar çok şeye sahibiz fakat şükredilecek şey arttıkça nankörlüğümüzde artıyor. Sofrayı toplamamla kulağıma gelen ezan sesi geldi. Bulaşıkları halledip ezan duasını okuduktan sonra oturma odasına gidip seccademi serdim. Allah büyüktür diyip bütün dert ve sıkıntıları seccadenin kenarına bırakıp düşünmem gereken tek, kurban oluması Rahmana yöneldim. Allahım seni çok seviyorum. Seni herşeyden ve herkesten çok seviyorum...
Namazım bitirip duamı ettikten sonra kapı sesiyle irkildim. Hatice teyzeler de evde yoktu kimdi bu? Korkuyla yerimden kalkıp kapıya doğru ilerledim dürbünden baktım ama kimse görünmüyordu . Kapı bir daha hızla çalılca yerimden sıçradım.
"Ki...kim o? "
"Benim Âmine , Tahir. "
Gözlerim yerinden çıkacak kalbim korkudan zıplacak gibiydi. Ne istiyordu Allah aşkına bunlar benden? Bir Barış bir Tahir.
"Buyur ne istemiştin?"
"Kapıyı açmayacak mısın ?" ben cevap vermeyince devam etti.
"...Konuşmak istiyorum seninle , zarar vermeyeceğim sana, korkma. "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZEYTİNDALI
SpiritualNe nane ne karanfil , vicdan kokmalı insanın nefesi... Yüreği kavrulana dek sevmeli, Sevmeli ki bağıra çağıra haykıran vicdanını dinlemeli.Sevmeli ki evren merhamet duygusu ile yoğrulmalı ,dünya barışa bulanmalı... Umuttur; Birgün bir Zeytindalı uza...