Maddi acı ile manevi acı diye birşey var mıydı? Yada somut acı ile soyut acı? Sahi acının soyutu olur muydu? Hissediyorsun canın yanıyor ama bunu anlatamıyorsun ıspatlayamıyorsun. Ellerinde tutup bak bu benim acım diyemiyorsun. Bu yüzden midir insanların anlamazlığı? Eğer acı somut birşeyse kalp acısına , duygu karmaşasına, akıl ile kalbin savaşına soyut acı diyebilir miydik? Sonuçta herkes ruhsal acı çekmese de illaki baş ağrısını yaşamıştır değil mi?
Tarık canının yanmadığını söylediği halde gömleğinin kırmızıya dönmesi acısını belli ediyordu ama insanın içsel acılarının ne kanı vardı nede acının desibeli.. Bir yerden sonra delirince 'psikolojik sorunlar' diyip bir kulp buluyorlar. Daha sonrası malum zaten , deli muamelesi gibi birşey.
Ben ilk yardım çantasını Tarık'ın annesine verdikten sonra odayı boşalttık. Utangaç bir adamdı daha doğrusu dikkatli. Sadece odada annesinin kalmasını istemişti. Teyzesi Tarıkın gömleğini bana yıkatma gibi bir düşünce ile bana gelirken Allah'tan Tarık itiraz edip zaten yırtıldığınj çöpe atılmasını istediğini söylemişti. Tertipli adamdı doğrusu sonuçta kim arabasında yedek kıyafet taşırdı. Bir erkekte daha zor bulunan bir özellikti bu sanırım. Sorumluluk sahibi olmak güzel meziyet...
Camı kırıp içeri giren taşın nerden geldiği ile ilgili babam aşağı inip etrafı kolaçan etsede birşey bulamamıştı. Başımıza ilk defa böyle birşey gelmişti. Böyle berduşlukların, sıradan sayılacağı kadar sıklıkta yapılan bir semt değildi burası.
Misafirlerimiz gitmiş, içeriyi toparlamış, bulaşıkları yıkıyordum ki telefonumdan bildirim sesi geldi. Umursamayıp işime devam ettim. Tüm işlerimi bitirdikten sonra telefonumu elime aldığımda telefonumda cevapsız aramaların da olduğunu gördüm. Daha kim olduğuna bakarken mesajın resimli mesaj olduğunu fark etmemle meraktan direk mesaja tıkladım. Sonra ellerimin dehşetle titremesiyle telefonu elimden düşürdüm. Nedeninin ne olduğunu kestiremiyordum. Açıkçası daha önce bu kadar yoğun duygu hissetmemiştim. Hayal kırıklığı? Sinir? İhtimallerin gerçek olduğu gerçeği ile yüzleşme? Kendimi aptal gibi hissetme?Ya da tüm hepsinin toplamıydı.Eğer ruhsal acının bir kanı olsaydı şuan ruhum kan kaybından ölmüş olurdu.Saç diplerim o kadar gergindi ki biri saçımdan turup tüm bedenşmi savursa bu kadar gerilirdi. Dizlerimin boşalmasıyla çöktüm yere. Gözümden bir damla yaş düşmüyordu. O kadar halsizleştim ki yerimde oturmakta da bile zorlanıyordum. Tüm gücümü, kuvvetimi kaybetmiş gibiydim. Sadece bir fotoğraf bir insanın tüm umudunu yok edebilirmiş. Sadece bir fotoğraf tüm aşkı sevgiyi kininde boğabilirmiş. Hasretinden eridiğim her anın haram olduğu gerçeği yüzüme çarpıldı. İyi midir diye düşündüğüm her dakikanın aptallığı alnıma yazıldığını hissettim. Öylece kaç dakika bekledim gücümün toplanmasını bilmiyorum.Ama o gece sabah olmadı. Ve o geceye tek bir gözyaşı damlası düşmedi. Sabaha kadar, Tarıkla sadece oturup konuşacağım için 'bu ihamete girer mi?' diye düşünme ahmaklığımı düşünüp, fotoğrafa baktım. Sabaha kadar..
Sarı ile kahverengi arası bir renkti kadının saçı.. Kolları .. Kollarını dolamıştı boynuna. Yüzünde yer edinen kahkasının sesini sanki kulağımda duyar gibiydim. Adamın gözleri kapalı suratında öyle bir gülümseme ki.. Bu gülümsemeyi insanoğlu görse gülmeyi lugatlarından silerlerdi. Onu bu kadar çirkin ve bu kadar nursuz asla görmedim.Hatta birgün bu kadar çirkin olacağı ihtimaline asla inanmazdım.
Adam.. Seni kalbimde taşıdığım her âna yazıklar olsun. Senin yüzünden kendimi soktuğum şu duruma lanet olsun. Gözlerine baktığımda geceye aşık olduğum karanlığın sabahı hiç bitmesin.. O gece siyahtan nefret ettim. O gece denizden nefret ettim. O gece sakallarının her bir telinde topladığım huzurun koca bir yalan olduğunu gördüm. Boynuna dolanan kolun bir yılan olup onu boğmasını o kadar çok istedim ki.. Allah affetsin.
Eğer ben bunları görmeden ölseydi onu son nefesime kadar sever ona kavuşacağım günü beklerdim. Ama benim artık iki cihanda da kavuşabileceğim bir Barışım yoktu. Nefret ettim o gece ilk defa. Etimle kemiğimle nefret ettim. Bir daha ne kendimle barışabilirdim, ne de dünyayla.O gece tepesine milyon üs aldı, büyüdü ve büyüdü.. Tek bir dakika gözlerimi yumup uyumadım. O yüzden sabah uyanmama gerek kalmadı. Allah şahidim aylardır döktüğüm gözyaşlarımı o gece dökmedim. Kendimden korkuyordum. Yaşadıklarım kulağa, göze imkansız gelen bu olaylara bu kadar hissisiz olmak , gözyaşı dökmemek beni korkutuyordu. Mideme oturup orada öylece kalan bir ağrı vardı evet. Değmeyen bir beşer uğruna canıma eziyet etmek de ağır geliyordu aslında.
Sabah oldu aileme kahvaltı hazırladım. Annemle babam beni mutlu sandı. Hatta bunu Tarık'a bile bağlamış olabilirlerdi. Nolurdu sıradan insanlar, normal kızlar gibi kalbim boşken evime benim için gelen adama ilk görüşmede ısınıp ona evet diyip evlenseydim. Kendime bu kadar saygısızlığı yapmadan, benliğimin bu denli örselenmesine izin vermeden... Kahvaltı edildi. Sofra kalktı.İşler bitti. Holdeki aynın önünde duran aksesuarları silerken dikkatimi çekti kendim. İki adım geri gittim. O an kayışlar koptu. Kendimi kaybettim adeta. Türlü türlü hastalıklar yaşar da insan güçlü kalır ama iş kalbe, duygulara gelince deli gömleği gitmeye ramak kalırmış. Avazımın çıktığı kadar bağırarak ağlıyordum. Ne ara yer düştüm elimdekiler nereye gitti hiç bilmiyorum. O an kendimi biraz daha sıkarsam bu içime atacaklarımın bende büyük hastalıklar olacağını düşünebilmenin şükrünü hastanedeyken idrak ettim. Tam bayılmadan önce biraz sakinleştiğimi, babamın gözlerindeki korkuyu hatırlıyorum.
İnsanı en çok kendisi yaralarmış. En büyük acıyı insan verirmiş kendine o gün anladım. Tam o an kendime acımanın, ruhumun intiharıyla eşdeğer olduğunu anladım. Kim ne derse ne yaparsa yapsın, hiçbir şey insana kendine acıdığı kadar, buna müsade ettiğinin pişmanlığını yaşattığı kadar acıtmazmış canını.
Takdir edilmesi gereken sevebilmek değil. Asıl takdiri hak eden ölçülü sevmekmiş. Kendinden geçmeden, kendine olan saygını yitirmeden sevmek... Karşıdakine insan üstü özellikler vermeden sevmek insanlar güzel şeyler katarken dozu kaçırınca insanın ölümüyle eşdeğer oluyormuş.Aynadaki halim geberip gitmiş bir insan gibiydi. Yoktum sanki. Bir insan varken kendini yok hisseder mi? Bir insan kendine bu kadar mı güvenini kaybedebilir? Bunu bir insan kendine nasıl yapar? Hemde bir insan yüzünden!
Gözlerimi açtığımda başımda bekleyen kaç kişi vardı sayamadan bir daha uyudum. Sakinleştirici vermişlerdi. Tarıkın yüzünü gördüğümü hatırlıyorum. Endişeliydi. İyi biriydi o. Onu hak etmeyeceğim kadar iyi.
Kendime geldiğimde vücudumun acıdığını hissediyordum. Kaslarım o kadar sertleşmişlerdi ki acıyı hisseder hissetmez ağrı kesiciler yenileniyordu. Ağrı kesicileri yemek manasızdı. Bi baygınlığa ağrı kesici mi verilirmiş? Kendime gelir gelmez psikiatri doktoru ile görüşmem gerektiği komutu verilmişti. Annem ve babam etrafımda fır dönüyordu. Adam akıllı gözümü açtığımda hastane odasında olmama şaşırmıştım. Ayıltıp göndermeleri gerekmez miydi? Tarıkı gördüm gülümsedi. Utanıp kaçırınca bakışımı kolumdaki sargı bezine takıldı gözüm.
"Koluma ne oldu?"
Tarıkın gülümsemesi yüzünde soldu. Kaşları kalktı. Şaşırır gibi oldu. Anneme baktım. Telaşla açıklama yaparken çenesi titredi. Sonra babam hemen lafa girdi ve anneme telefonda biri olduğunu söyleyip anneme verdi. Annem odadan çıkarken babam konuştu.
"Önemli birşey değil"
Kaşlarımı çattım. Tarıka baktım başını önüne eğmişti.
"Nasıl?""Çizik. Elindeki şey düşünce kırıldı ya. O çizmiş herhalde"
Sonra tekrar uyudum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZEYTİNDALI
SpiritualNe nane ne karanfil , vicdan kokmalı insanın nefesi... Yüreği kavrulana dek sevmeli, Sevmeli ki bağıra çağıra haykıran vicdanını dinlemeli.Sevmeli ki evren merhamet duygusu ile yoğrulmalı ,dünya barışa bulanmalı... Umuttur; Birgün bir Zeytindalı uza...