YY-10. Bölüm

503 24 32
                                    

Bu bölümde bizlere eşlik eden şarkı Immortal Song'da MBLAQ'in seslendirdiği 'If You Come To My Heart'. Keyifle dinleyip, eğleneceğiniz bir bölüm olmasını diliyorum.

Hyung’lar şirketten ayrılırken ben burada kalmayı tercih ediyorum. Evde olduğumda kendimi delirecek gibi hissediyorum. Boş stüdyoda yalnız başıma çalışıyorum.

Şarkı söylerken her seferinde sesim çatlıyor. Sinirleniyorum git gide. Tekrar tekrar deniyorum aynı şarkıyı söylemeyi. Sesim çatlamadan çıkmam gereken tüm notalara çıkmaya çalışarak… Olmuyor. Ben zorladıkça daha da zorlaşıyor şarkı söylemek. Kendime işkence edercesine zorluyorum sesimi. Boğazımdaki ağrıya rağmen sonunda başarıyorum şarkıyı  istediğim gibi söylemeyi.

Şarkı söyleyişimle dans edişim pek farklı değil. Yaptığım her hatayla kendime işkence edercesine daha da fazla çalışıyorum. Saatlerce çalışmaya devam ediyorum. Adımlarım bacaklarımı zorladıkça kendimi dans etmeye zorluyorum. Dansımın kusursuzluğundan emin oluncaya kadar devam etmeye yemin etmişçesine…

Kendimi tatmin olmuş hissettiğimde olduğum yere yığılıyorum. Hareket edecek gücümün kalmadığını hissediyorum. Gözlerim saati arıyor. Bulunduğum stüdyoda saatin olmadığını fark etmem çok uzun sürmüyor. Yorgunluk tüm bedenimi ele geçirmişken gözlerim, bana ihanet eden kalbimin yanında yer alıyor. Yanmaya başlamalarının hemen ardından görüşüm bulanıklaşıyor. Çok geçmiyor bir damla yaşın yanağımı ıslatması. Hemen toparlanıyorum. Ağlayabilecek gücüm varsa çalışacak gücüm de olmalı.

Bundan sonra ağlamayacağım. Başkan Kim’in yanından ayrılırken aldığım karar buydu. Ağlamak istediğimde kendimi çalışmaya vereceğim. Öyle çok çalışacağım ki gerekirse ağlamamak için bayılacağım.

Ayağa kalkmamla karnımdan bir ses yükseliyor. Midem de isyankarlar ordusuna dahil oluyor. Neyse ki onun isyanını bastırmak oldukça kolay. Dans etmekten her hareketimde daha da fazla ağrıyan ayaklarımı yerde sürüyerek stüdyodan çıkıp kafeteryaya gitmek için asansör beklemeye başlıyorum. Asansörün boş olduğunu görünce garip bakışlara maruz kalmayacağım için seviniyorum. Asansörden indiğimde yine ayaklarımı yavaşça sürüyerek kafeteryaya giriyorum. Ramen alıp bir masaya geçiyorum. Hazır olmasını beklerken bakışlarım cama takılıyor. Hava kararmış. Saati merak ediyorum, telefonumu çıkarıp baktığımda hyung’ların eve dönme saatlerinin bile geçtiğini fark ediyorum. Ayrıca telefonumdaki cevapsız aramalar onların ne kadar endişelendiğini açıkça gösteriyor. 11 cevapsız arama, 4 mesaj…

Telefonum tekrar çalmaya başlıyor elimde gülümseyerek ona bakarken. KyuSoon Hyung arıyor. Hemen açıyorum. Meraklı sesini duymamla biraz daha dudaklarım kıvrılıyor. Sanırım benim için endişeleniyor olmaları kendimi güvende hissetmemi sağlıyor.

“JaeMin-ah, neredesin sen? Neden evde değilsin? Bir şey mi oldu?”

Neşeli bir sesle ona karşılık veriyorum.

“Merhaba hyung.”

Neşeli sesim onu biraz kızdırıyor, yine de sesindeki rahatlamayı duyabiliyorum.

“Yah… Ne demek ‘Merhaba hyung’? Neredesin sen? Kendin değil de aklın mı kayboldu? Senin bu saatte evde olman gerekirdi. Nasıl merak ettik biliyor musun? Tamam, saat çok geç olmayabilir ama dışarı çıkış yasağına rağmen bu saatte evde olmaman bizi endişelendirdi. Hala stüdyoda mısın yoksa?”

Bir kez daha kıkırdıyorum. Bu arada ramenimin hazır olduğunu düşünüp tek elimle onu açmaya çalışıyorum.

“Hayır hyung. Ramen yiyorum. Bitirdiğimde gelirim. Merak etmeyin, çocuk değilim. Ve hala şirket sınırları içinde olduğum düşünülürse kimse kızamaz.”

Yarın Yok! (내일이 없어!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin