YY-14. Bölüm

469 18 6
                                    

Yeni bir bölümle daha karşınızdayım. Oylamalar benim için çok önemli değil. Ama lütfen yorum yapın. Yorumlarınızı görmek ve sizlerle konuşabilmek istiyorum. Bölümün altına yazmaktan çekinenler bana özel olarak da yazabilirler.(Ben çekingenlerdenim aramızda kalsın ama.) Yalnızca biraz muhabbet etmek istiyorum sizlerle. Hepsi bu... Korkmayın, korkulacak biri değilim.

Bölüm şarkımız BoA'dan geliyor. 'Disturbans'... Biraz melankolik bir bölüm ama MiRyeon kendini biraz garip hissediyormuş. Benim elimde olan bir şey yoktu. Umarım yakında daha iyi hissetmeye başlar kendini. Biraz da kısa bir bölüm. onun için suç benim. Ama lütfen kızmayın bana.

Konserden sonra telefonum susmak bilmedi. Bu yüzden artık onu yanımda taşımayı bile bıraktım. Bugün oyunun son günü… JaeMin’in kazanabileceğini başından beri düşünmemiştim. Yine de oyunu kazanması için JaeMin’e bir fırsat vermem gerekiyordu. Bu yüzden altı gündür Seoul sokaklarında, alışveriş merkezlerinde, turistik yerlerde geziyorum.

Bugün gezimin son günü… Bugün her şeyin son günü… Her gün hazırlandığım gibi hazırlanıyorum. Altı gündür yüzümü kapatmak için kullandığım atkının arkasına saklanıyorum bir kez daha. Bunun haksızlık olduğunu düşündüğüm oluyor arada. Ama beni birçok göz takip ederken dışarıda dolaşamam. Saklanarak da olsa onun için dışarıya çıkıyorum. Bununla yetinmeli.

Kapattığım kapıma bir süre bakışlarım takılıyor. Gerçekten New York’a gitmeli miyim? Karar veremiyorum? New York… Neler olabileceğini düşündükçe başım ağrıyor. Asansöre yöneliyorum. Gelmesini beklerken çantamdaki çikolatadan bir parça alıp ağzıma atıyorum.

***

Arabama binip nereye gittiğimi bile düşünmeden sürmeye başlıyorum. Dar sokaklar, hareketli caddeler geçiyorum. Arabamı bir park alanında bırakıp dışarıya atıyorum kendimi. Atkımın arkasına sakladığım yüzümle şubat ayında fazla dikkat çekmiyorum. Yavaş adımlarımla ilerliyorum. Daha önce dikkatimi çekmeyen birçok şey dikkatimi çekiyor bugün.

Soğuk havayı iliklerime kadar hissederken burada yürüyor olmak hoşuma gidiyor. Bir kafenin görünümünü sevimli bulup içeriye giriyorum. Masalara oturmadan istediklerimi seçiyorum. Kahve ve birkaç donut alıp tekrar dışarı çıkıyorum. İçeride yememe engel olan JaeMin’e biraz kızıyorum. Beni kızdırmayı başardığını fark edince gülümsememi engelleyemiyorum.

Hiç kimsenin olmadığı bir yer aramaya başlıyorum elimde donut paketi ve kahvemle. Bir parkın girişine geliyorum böyle. Şubat ayının terk edilmişliğiyle parktaki banklardan birine kuruluyorum. Yüzümü görürler ve fotoğraf çekmeye kalkanlar olur endişesi duymadan atkımı yüzümden indiriyorum. Başımı kaldırabilmek iyi hissettiriyor. Yere bakarak o kadar uzun süre yürümüştüm ki…

Karşımda derin uykularındaki yapraksız ağaçları buluyorum başımı yerden kaldırmamla. Yüzümdeki gülümseme büyüyor. Onların bana benzediğini düşünmekten kendimi alamıyorum. Bir yanım onlar kadar derin bir uykuda, onlar kadar tepkisizim etrafımda olanlara.

Uzun süre o bankta oturup tek bir yaprağı bile olmayan ağaçları izliyorum. Uzun süre tek bir yaprağı bile olmayan ‘ben’i düşünüyorum. Bu melankolik hava beni sıkıyor sonunda. Ben böyle biri değilim ne de olsa. Ben eğlenceye düşkün neşeli, küçük bir çocuk kadar şımarık ve istediği her şeyi yapmakta kendini özgür gören bir katilim ne de olsa.

Katil olduğumu kendime bu bir hafta boyunca kaçıncı hatırlatışım bu? Bunun nedeni JaeMin mi, yoksa HyunSu’nun beni New York’a çağırması mı? Emin olamıyorum.

JaeMin… Bir haftadır oldukça sık onu düşünürken buluyorum kendimi. Yüzümdeki gülümseme biraz daha genişliyor o aklıma gelince. Donutumu ısırıp kahvemi yudumlarken onu düşünmeye devam ediyorum. Yüzümdeki gülümsemenin büyümesine anlam veremesem de onu düşünmek içimi rahatlatıyor.

“MiRae…”

Dudaklarımdan bu kelime dökülürken gözlerimde bir ağrı hissediyorum. Üç yıldır bir kez bile yaşarmayan gözlerim yaşarmaya başlıyor. Bir avcının gözlerini lekeleyen o yaşları dizginliyorum ve akmalarına izin vermiyorum.

Başımı önüme eğiyorum. İki elimin arasına kahvemi alıp ellerimi bardağın sıcaklığıyla ısıtıyorum. Bardağı inceliyorum uzun uzun. Aklımdakileri atmak istiyorum. Olmuyor. ‘MiRae’yi aklımdan atamıyorum.

Bana verdiği isim bu olduğu için onu düşünüyor olmalıyım. Bana kabul edemeyeceğim tek ismi verdiği için onu görmeyi istiyor olmalıyım. İçimde bir yer onu görmeyi isterken mantığım ondan uzak durmamı söylüyor. Ben, onu görmemi isteyen yanımın kurbanı olmaya hazırlandığımı hissediyorum. Avcı olan güçlü yanım, en zayıf yanıma yenik düşüyor, JaeMin karşısında.

***

Akşam oluyor. Güneş battığında oyun da sona erecek. Ayaklarımın beni nereye götürdüğünü bilmeden yere bakarak yürümeye devam ediyorum. Köşe başına geldiğimde cılız bir kedi sesi duyuyorum. Bakınıyorum. Bir kutu ve içinde bir yavru kedi… O gece sevdiğim, sevdiğimiz yavru kedi… O gece kolumdan tutup beni durdurduğu cadde… Kalbimin hızla attığını hissediyorum. Beni bulmasını diliyor kalbim. Bana inat, beni bulması için sesini duyurmaya çalışır gibi atıyor.

Onu susturmak istiyorum. Elimi göğsüme götürüp sıkıyorum. Sanki kalbimi avuçlarımın içinde tutuyormuş gibi, ona durmasını, susmasını söylermiş gibi… Dinlemiyor beni. Vazgeçmiyor gürültülü bir şekilde atmaktan. Sesini duyurabileceğini sanıyor. JaeMin’in yalnızca bir kurban olduğunu anlamıyor.

Kediyle biraz oynuyorum orada. Bu oyuncu ufaklık da bana benziyor. Bugün neden her şeyi kendime benzetiyorum? Anlayamıyorum. Ama bu benzetmeler beni rahatsız ediyor. Bir şeylerin bana benzediğini düşünmem bir hakaret, bir küfür gibi hissettiriyor. Ben onlara benzeyemem. Ya da onlar bana benzeyemez.

Bugünkü ruh halimi sevmiyorum. Kediciği yalnız bırakıp giderken kendimi eğlendirecek bir şeyler arıyorum. Bu ruh halinden kurtulmam gerekiyor. Yüzümde her zamanki gülümseme olmasına rağmen içimde derin bir sıkıntı hissediyorum. Hatta bir üzüntü… Neye üzüldüğümü bile anlayamıyorum. Ben üzülmem ki. Sevinmem de… Sevmem de… Benim duygularım yok. O halde bu hissettiğim ne? Yıllar önce buna üzüntü demiyor muydum?

Başımı sağa sola sallıyorum son zamanlarda sıkça yaptığım gibi. Yine bir düşünceden kurtulmaya çalışıyorum bunu yaparak. Ve yine hiçbir işe yaramıyor. Defalarca denediğim ve hiçbir işe yaramadığını bildiğim halde neden hala bunu yapıyorum?

Başımı kaldırmış oluyorum bu sallayışlarımla. Gökyüzüne takılıyor gözlerim. Grinin tonlarına bürünmüş gökyüzünde, batmakta olan güneş kızıl delikler açıyor. Hayranlıkla izliyorum kızıl ve gri gökyüzünü. Bir yandan da üzüntü dediğim duygu daha da büyüyor bu gökyüzünü izleyişimle.

Tekrar başımı yere indirirken bir billboard dikkatimi çekiyor. Ve bir haftadır görmek istediğim o tatlı yüz… Skandal haberiyle ilgili bir reklam asıyorlar. Asan görevlileri izliyorum. Daha çok da sevimli yüzü… Neden hüzünlü hissettiğimi anlıyorum o yüze bakarken. Ve mırıldanıyorum yalnızca kendi duyabileceğim bir sesle.

“Ben onu istiyorum.”

Yarın Yok! (내일이 없어!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin