YY-11. Bölüm

553 22 16
                                    

Biraz kısa bir bölüm oldu. Ama yine de fena değil. Uzun bir sürenin ardından JaeMin'i yalnız bırakıyoruz. Ve bu bölümün şarkısı Lee Hi'den 'Rose'. Keyifle dinleyip, okurken zevk almanızı temenni ediyorum. umarım beklentilerinizi karşılayabilir. Seviliyorsunuz.

1 Hafta Önce

“Bana nasıl güvenebiliyorsunuz? Ben masum biri değilim Oppa. Zararsız biri hiç değilim. JaeMin… Onu ben bulmadım, o beni buldu. Ama bu onun kurban olduğu gerçeğini değiştirmez. Ben onun kalbini paramparça edecek kişiyim. Ben onun katiliyim. Bunları sana anlatıyorum çünkü bir polis ya da dedektif olmazsa sıkıcı olurdu. Bu oyunu kimin kazanacağını görelim Oppa. Beni durdurmaya çalış. JaeMin’i korumaya çalış. Onu benden uzak tutmaya çalış. Onu hayatta tutmaya çalış.”

JinSang Oppa’nın korku dolu bakışları arasında hızla ileride duran taksiye biniyorum. Taksi şoförüne adresi söyleyip başımı cama yaslıyorum.

Yapabilirsen oyunu kazanmama izin verme Oppa.

Aklımın içinde birçok ses yükseliyor aynı anda. Onlardan kurtulmak istiyorum. Başımı yasladığım camdan ayırıp birkaç kez sağa sola sallıyorum. Öyle yaptığında aklındaki sesleri uzaklaştırmayı başaran film, dizi karakterlerine içimden sövüyorum.

‘Doğru olanı yaptın, Ryeon.’

Kendi kendime bunu tekrarlıyorum. Anlattıklarım doğruydu. JinSang Oppa’yı kandırmadım sonuçta. Benim peşimden gelmeye kalkarsa JaeMin’i öldüreceğim, isteyerek ya da istemeyerek ne fark eder. Bilinçsizce yapmış olsam da onu öldüren yine de ben olacağım. Onun katili ben olacağım.

‘Sen yapman gerekeni yaptın yalnızca, Ryeon. Neyi düşünüyorsun ki? Acımasız, buz kadar soğuk bir katilsin sen. Neyi düşünüyorsun? Yeni avının kaçmasına yardım ettin. Daha ne istiyorsun? Onun ölmesini istemediğin için anlattın. Onu öldüreceğini bildiğin için anlattın. Kaçması için anlattın. Şimdi neyi düşünüyorsun?’

Şimdi neyi düşünüyorum? İçimdeki bu sese verecek bir cevabım bile yok. Dudaklarımın kenarı farkında olmadan kıvrılıyor, camdaki yansımamı gördüğümde fark ediyorum.

İçimdeki o sesin neşelendiğini yeniden konuşmaya başladığında anlıyorum.

‘Onu istiyorsun. Ellerinde can vermesini… Kalbinin korkudan hızlı atışlarını avuçlarının içinde hissetmeyi… Onu istiyorsun, Ryeon. Yeni avını…’

Bakışlarımı ellerime çeviriyorum. Şimdiden ellerimde kanını görebiliyorum. Tekrar cama çeviriyorum bakışlarımı. Gözlerim kupkuru, her zamanki gibi. Ben soğukkanlı, duygusuz bir katilim yalnızca. Bunu yüzüme vuruyor her bakışımda gözlerim.

İstemiyorum… Kimseyi öldürmek istemiyorum. Buna rağmen neden bunları yapıyorum? Buna rağmen neden istiyorum?

JinSang Oppa, JaeMin’e anlatacaktır. Nasıl biri olduğumdan ona bahsedecektir. Benim nasıl biri olduğumu öğrendiğinde JaeMin benden kaçar. Benim peşimden gelmez. Beni aramaz. Beni bir daha sevmeye cüret etmez.

Doğru olanı yaptım. Benden kaçtığı sürece sorun değil. Onu aramam. Aramazsam öldürmem de. O yaşayabilir. Her şeye rağmen yaşayabilir.

Kaç! Ne olur kaç! Benden sonuna kadar kaç! Bir daha yaklaşma bana. Bir daha bakma bana. Lanet et hatta. Her sabah uyandığında ‘Bugün acı çekerek hayatı son bulsun!’ de benim için. Sevme beni. Ben sevilmeyi hak etmeyen biriyim yalnızca.

Tekrar cama yaslıyorum başımı. Başımı ayırmadan geçtiğimiz karanlığa gömülmüş ya da karanlığın içinde aydınlık yanını korumaya çalışan caddeleri, sokakları izliyorum. Aklımda dönüp dolanan seslere daha fazla aldırmıyorum artık. Onları susturamayacağımı anlayınca bıraktım aldırmayı. İçimde bir şeyler acıyor sanki. Ama yüzümü aynada kontrol ettiğimde hala gülümseyen ifademi görebiliyorum.

***

Çok geçmiyor o sonsuza uzanıyormuş gibi görünen binanın önüne gelmesi taksinin. Çantamdan cüzdanımı çıkartıp parayı uzatıyorum. Para üstünü beklemeden kendimi dışarı atıyorum. Kapıda bekleyen görevli benim için hemen kapıyı açıyor. Ayaklarımı sürüdüğümü fark edip toparlanıp asil kız rolünü oynamaya hazırlanıyorum. Ağır ama kendinden emin adımlar… İşte böyle Ryeon.

İçeriye girdikten sonra bu dev binanın asansörlerinin gelmesini beklemem gerektiğini hatırlıyorum. Nasıl hatırlamam? Şu an beklemem gereken asansör tam olarak kırk ikinci katta. Ağırlığımı tek ayağımın üzerine verip olduğum yerde düşüncelere dalıyorum. Büyük düşünürler kesinlikle çok katlı apartmanlarda oturuyor olmalı. Hayır, istemesen bile bir düşünce üretmeni sağlıyor bu asansörler.

Asansör açılırken yüzümdeki gülümsemeye takılıyor gözüm. JaeMin’in bana verdiği isim geliyor aklıma. MiRae… Bu isimden nefret ediyorum. Neden seçtiği isim bu olmak zorundaydı ki? O kadar isim içinden neden bu isim? Sonra aklıma babam geliyor. Sıcacık gülümsemesiyle bana söyledikleri… MiRyeon…

“Oppa’n doğduktan sonra hep bir de kızım olsun istemiştim. İşte bu yüzden adın MiRyeon. Sen benim MiRyeon’umsun.”

Asansörde yalnız olduğumdan kahkahalarımı bastırmaya ihtiyaç bile duymuyorum. Bu dev binanın en üst katına, altmışıncı katına çıkarken gecenin üçünde kimse tarafından rahatsız edilmeyeceğimi bilmenin rahatlığıyla gülüyorum aklıma gelen sevgili babamın sözlerine. Gülen yüzüm yavaşça soluyor asansör yukarı çıkmaya devam ederken. Ve mırıldanmaya başlıyorum aynadaki yansımama bakarak.

“MiRyeon… Artık senin için MiRyeon’un tek bir anlamı olmalı.”

Kupkuru yeşil gözlerime bakıyorum. Ben bir avcıyım. Bu gözler de bunu yansıtırcasına parlıyorlar. Bu yeşil gözler bana avına odaklanmış bir avcıyı hatırlatıyorlar. Doğru… Ben bir avcıyım. Ve yeni bir avım var. Oyunu kazanırsa kaybedecek bir avım.

Asansör sonunda en üst kata ulaşıyor. Yavaşça açılan kapıların yansımasını aynada görüp dönüyorum. Asansörden inmemle kapımın önündeki mermere oturup orada uyuya kalmış JiGu Unni’yi görmem bir oluyor. Yanına gidip eğiliyorum. Parmağımla biraz dürttüğümde gözlerini aralıyor. Uykulu bir sesle konuşmaya başlıyor bir yandan boynunu ovarken.

“Ryeon-ah… Saat kaç?”

Gülümsüyorum bu sevimli haline.

“Senin randevun yok muydu, Unni? Kapımın önünde ne arıyorsun?”

“Tatlı Ryeon’umu merak ettim. Kiminle gittin konsere? Bir erkek değil mi? Bu saate kadar burada beklememe neden olan erkek oldukça yakışıklı olmalı. Kim? Söyle bana? Tanıdığım biri mi? Tanımadığım biriyse en kısa zamanda tanıştır?”

Cümlelerini kuruş hızının git gide artmasına bakarak tamamen ayıldığını anlayabiliyorum. Kıkırdıyorum onun sorularıyla. Gülüşüm üzerine bakışları biraz daha ciddileşiyor. Haklı olduğunu düşünmeye başlamış gibi görünüyor bu bakışlarla. Aslında bazı açılardan haklı… Yakışıklı… Hayır, yakışıklı değil. Sevimli bir kurban buldum kendime.

Bölüm sonu notuna geçelim. Tıpkı MiRae'yle ilgili yaptığım gibi bir bilgilendirme olacak burada.

MiRyeon (미련) 3 farklı anlama sahip. Bunlardan ilk ikisi 'özlem, dilek'. Bu anlamlar babasının ona ismini verirken bu ismi seçmesine neden olan anlamlar. Babası kızına her seslenişinde ona 'Dileğim, özlemim, özlediğim' diyor. Ve üçüncü anlamı: 'Pişmanlık'. Bu ise MiRyeon'un kullandığı anlam. 'Şimdi senin için MiRyeon'un tek bir anlamı olmalı,' derken kastettiği anlam. MiRyeon, kendisini pişmanlık olarak görüyor. Ailesinin pişmanlığı. Bir hata...

Umarım beğenmişsinizdir.

Yarın Yok! (내일이 없어!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin