Esir Prenses
4 ay sonra;
Selim Han ilk seferine çıkmıştı. İstanbul'da ise kaçan şehzade bulunmuş fakat padişah seferde olduğu için zindana atılmıştı. Selim'e de bu konu hakkında bir mektup gönderdiler. Selim otağında hüzünle mektubu okudu. Bir kardeşinin daha ölüm emrini vermek zorudaydı. Derin bir iç çekti. Çocukluğunu hatırlamıştı, kardeşleriyle sarayın bahçesinde koşturduğu güzel günleri...***
İstanbul;
Esirlerin bulunduğu odaya iri yapılı bir adam girdi. Ardından da elinde bir kap ve tepsi olan başka bir adam girdi. Natali dokunsalar ağlayacaktı ama bunlara karşı güçsüz görünmemek için direnmeliydi. Ailesi için ayakta durmalıydı. Ama zihni onu rahat bırakmıyordu. Sabahları evinde odasının terasında manzarayı seyrettiği eski günler geldi aklına. Erkenden kalkar ailesiyle birlikte kahvaltısını ederdi. Ailesi venedik asilzadelerindendi aynı zamanda zenginlerdi. Sofraları bir kuş sütünün eksik olduğu sofralardandı. Belki prenses değildi ama ailesi ona her zaman prenses muamelesi yapardı. Hatta annesi ve babası ona prensesim diye hitap ederdi.Şimdi ise bu küçük ve kalabalık odada esir hayatı yaşıyordu. Bir mal gibi satılmak için hergün esir pazarına götürülüyordu. İstese de istemese de o, artık esir prensesti...
Adamlar İstanbul'a, bu güzel şehre geldiklerinde kızları bir bir gemiden indirmişti. Günlerdir yarı aydınlık, küçücük pencereleri olan ve bu pencerelerden sadece uçsuz bucaksız deniz ve kara bulutlar görünen gemiden kurtulmuşlardı. Fakat kalacakları yer de gemiden farklı sayılmazdı.
O gün dikkatlice incelemişti çevresini. Gerçekten de çok güzeldi burası. Fakat ne kadar güzel olursa olsun hatta dünyanın en güzel yeri olsun yine de Natali için cehennemden farksızdı.
Natali bu cehennemden kaçmak istemiş ve adamların esircilerle konuştuğunu farkedip kaçmaya karar vermişti. Neredeyse başaracaktı ama yanlarındaki adam onu farkedince peşinden koştu. Natali bir yere saklanıp adamları atlatmaya çalıştıysa da ayağının takılması her şeyi alt üst etti. Çok sert bir şekilde düşmüştü. Canı yansa da ayağa kalkıp koşmaya devam etti fakat ara kapanmıştı. Adam, Natali'nin kolunu sıkıca kavrayıp çuval gibi sürükleyerek diğerlerinin yanına götürmüştü.
Esirci, kızları hergün esir pazarına getiriyor ve sıraya diziyordu. Aylardır sıcağın altında pazardan geçenlerin iğrenç bakışlarına maruz kalıyorlardı. Sonunda saraydan biri satıcıyla pazarlığa girişti. Ordu, büyük bir başarı elde etmişti. Bunun şerefine şenlikler düzenleniyor, kutlamalar yapılıyordu. Yine zaferin şerefine cariyeler alınıyordu. Natali de bu cariyelerdendi. Yanındaki kızlardan saraya satıldıklarını öğrendi. Bazı kızlara göre çok şanslıydılar ama Natali böyle düşünmüyordu, hiçbir şekilde mutlu değildi.
***
Bir at arabasıyla saraya getirildiler. Harem ağaları eşliğinde arabadan indirilip taşlığa gittiler. Natali, etrafı hayranlıkla bir o kadar da nefretle izliyordu. Dalmış bir şekilde etrafa bakarken bir ses işitti;
"Hadi, ne duruyorsun orda sıraya geç. Geç geç!"
Kadının söylediği kelimeleri anlamamıştı ama el hareketlerinden ne demek istendiğini çıkardı.
'bu kadın bize emir verdiğine göre bana yardım edebilir' diye düşündü ve sıraya geçti. Natali kadının yanına gitti ama ne diyeceğini bilmiyordu.
"Ne işin var burda? Hadi sırana geç!""Ya- yardım ihtiyaç var. Beni ku- kurtarın."
Kalfa kadın umursamadı bile.
Harem kalfaları, cariyeleri sıra halinde hamama götürdü. Sarayda eğlenceler düzenleniyordu. Natali'nin içini bir hüzün kapladı; eskiden onun evinde de eğlenceler olurdu.Natali, hamama girdiğinde ıssız bir köşeye çekildi ve sessiz sessiz ağlamaya başladı. Muayene edildiler sonra iri yapılı kadınlar onları yıkadı. Natali yıkandıktan sonra rahatlamıştı. Kaç zamandır su değmiyordu bedenine. Ama ruhu, bedeni temizlense de ruhu hâlâ kirliydi.
Kalfalar cariyeleri taşlığa götürdü. Baş haznedar Yadigâr hatun;
"Bundan sonra burası yeni eviniz. Siz padişahın kölesi, malısınız." dedi.Bu sözler Natali'ye tokat gibi çarptı. O öyle yetiştirilmemişti Bu sözler ona ağır geliyordu. Daha fazla dayanamadı. Öne çıktı,
"Köle yok! Köle değil ben!" diye bağırdı.Taşlıktan çıktı. Bilmediği bu sarayda -kendi tabiriyle cehennemde -ağlayarak koşuyordu. Saklanıp beklemeye karar verdi. Nasıl kaçacağını düşünürken önünde biri belirdi. Bu, harem kalfalarından Saime kalfaydı.
"Hah! Burda mıydın, hepimiz seni arıyorduk. Hadi düş önüme! Ne bela hatunmuşsun sen."
Küçük bir çocuk gibi çaresiz ve masumca baktı Natali.
"Ne olur beni bulmasan?""Sen benim başımı belaya mı sokacaksın? Daha yeni kalfalığa getirildim zaten. Hadi düş önüme!"
Tekrar taşlığa gittiler. Yolda Natali'nin aklına bir fikir geldi;
"Kalfa, sen aileni seviyor?""Elbette seviyorum. Kim ailesini sevmez ki? Değişik değişik sualler."
"Ben de seviyor ayilemi ve onlara kavuşmak istiyor ben."
"Anlaman mı kıt? Sana yardım edemem."
"Bırak öyleyse. Bırak!"
O sırada karşılarından Sultan Selim'in gözdesi Selvihan Hatun geliyordu.
"Saime kalfa!"Saime kalfa yüzünü astı.
"Selvihan hatun!""Kim bu? Yeni cariyelerden mi?
"Evet yenilerden, sefer sonra-"
Natali, kalfanın sözünü kesti;
"Cariye yok, cariye değil.""Sen sus. Selvihan hatun, Senin de doğumuna az kalmış hâlâ buralarda geziyorsun."
"Hiçbir şey olmaz benim şehzademe. Tıpkı babası, dedesi, ataları gibi yiğit ve cengaver olacak benim oğlum." dedi ve yine kendinden emin bir şekilde yanlarından geçip gitti.
Saime kalfa suratını buruşturdu. Kendi kendine söylenmeye başladı;
"Dedesini, atalarını gördü sanki, tabii onlarda yiğit, cengaverdi ama... Bir de şehzade doğuracakmış gibi konuşuyor, ya kız olursa?"Natali hayretle ona bakıyordu.
"Ne diyor sen? Ben anlamıyor? Kim o kadın?"Saime kalfa bir an durdu ve Natali'ye baktı. Natali'nin gözlerinin en derinindeki ışığı gördü ve içinden "Aradığım cariye bu olabilir mi?" diye düşündü.
Bölüm sonu!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hümaşah Sultan
Historical FictionNOT: Olaylar ve kişiler tamamiyle hayal ürünüdür. ->hanedan #1 ->sultan #1 ->hünkar #1 Başlama tarihi: 13.12.2017