Genç kız çıplak ayaklarla koşarken, peşinden ona şaşkınca bakan muhafızlar ve elinde ayakkabı onu kovalayan hizmetliler oldukça komik duruyordu.
Geceliğinin uzun kumaşını avuçlarına toplayan Hana, ölüm için gittiği o odaya şimdi heyecanla gidiyordu.
Babası! Yaşıyor olmalıydı değil mi?
Altın kapıyı açan muhafızlardan panikle geçen Hana kırmızı halının verdiği tuhaf dokuyu hissedemiyordu dahi. Zira o denli hızlı koşup, tahtta oturan babasına sarılmıştı ki ayakları yere değmiyordu dahi.
'Baba!'
Arthur kızına şaşkınlıkla bakarken; ilk kez böyle bir Hana görmek dehşet vericiydi. Hele ki onlarca Lord içine bu kıyafetlerle dalması.. Hana böyle bir şeyi asla yapamazı-
Ona sarılan küçük bedenle birlikte bunun gerçekten kızı olduğunu anlayan adamın elleri havada dona kalmıştı. Kızı hızla saran adam gülmek istedi. Zira asla babasına karşı belki bir mesafeyi aşmayan Hana, şimdi ona sarılıyordu. Her ne kadar zamansız olsa dahi..
'Yaşıyorsun..'
Hıçkırıklarla ağlayan genç kızın fısıltısını duyan Kral daha da şaşırdı. Ağlayan bir Hana mı? Ciddi bir sorun olmalıydı.
Omzunda ki kadife pelerini hızla kıza saran Arthur küçük bir bebeği kucağına alırcasına aldı kızını kucağına.
On dört yıl boyu bir kez olsun yüzünü görmedikleri Prensesi bir anda bu şekilde görmek Lordlara tokat olsa da asıl darbe bu canlının kusursuzluğu idi. Babasının omzundan nefes almak için başını kaldıran kızın yüzünü net bir şekilde sadece kısa bir an görmüştü Lordlar. Kısa bir andı zira Arthur hızla kızının kafasını ve tüm yüzünü pelerinle örtmüş, Lordlar ise hemen başlarını önlerine eğmişlerdi.
Prensesi görmek.. Dehşet vericiydi.
Bembeyaz teni, lacivert gözleri, beyaz saçları ve çıkık elmacık kemiklerinin üstünde ki uzun kiprikleri.. Dolgun dudakları tıpkı ağlamaktan kızaran burnu gibi kırmızıydı. Ve küçük bedeni herkeste koruma iç güdüsünü tetikliyordu...
O ana kadar görememişlerdi bu muazzam canavarı zira yaş töreni yapılmayan hiç bir Prenses veya Prens saray dışında ki birine gözükmezdi. Gelenekler o şekildeydi.
Lakin adamlar Hanayı gördükten sonra lanet etmişlerdi böyle bir varlığı gizleyen geleneklere..
Arthur kızını oyuncak bebek gibi odasına götürüp koyarken koltuğa, pelerini yavaşça açtı. Zangır zangır titreyerek ağlayan genç kız elinin tersiyle sildi gözlerini. Nefesini toparlayamıyordu..
Aslında adam bu kadar güzel ağlayan küçük kızını bebekken bilerek arada ağlayıp bu şirin canlıyı izlerdi. Lakin şimdi büyümüş, ağlaması güzelleşmişti. Bu güzellik hüzünlü idi.. Bu yüzden adam kızın ağlamalarını dindirmek için herşeyi yapardı.
'Hana.. Ne oldu? Biri bir şey mi-'
'Yaşıyorsun..'
Kız bir kez daha sarılırken adam pes edip küçük bir bebek gibi kucağına alıp sarıldı yavrusuna. Cennet kokuyordu yavrusu.. Sevdiği kadından miras tek canlı..
Sakinleşen genç kız ağlayarak uyuya kalırken, saatlerce ağlamaktan dudakları kurumuş idi..
Kızını yatağa koyan adam yavaşça üzerini örtüp anlını örttü.
Bir süre kızını izleyen adam yanağında ki gözyaşı damlasını parmağına alırken hafifçe seslendi.
'Sue.'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vadedilmiş Cennet
RomanceHayatı birdaha yaşama şansınız olsaydı, yeniden kayan yıldızdan diler miydiniz aynı dileği? 'Sen Cehennemsin benim için.. Lâkin...' Kadının kelimelerinde ki pas adamın sol yanına saplanırken usulca zehirliyordu ruhunu. Hananın uzun elbisesinin etekl...