Cenaze töreninin ardından şehitliğe gelmiştik. Boş bakan gözlerim, bomboş kalmış kalbimin aynası gibiydi. Kime dikecektim ben şimdi bu anlamsız çimenleri? Yüreğim hep böyle kavrulurcasına yanacak mıydı? Bu kor daima yanacak mıydı her bir zerremde?
Nasıl ölmüştü Kerem? Bir şerefsizin en az kendisi kadar ucuz kurşunuyla mı?
Akıtacak yaş kalmayan gözlerim, bir iğne gibi batıyordu durmadan. Kimsesiz bizlerin, cenazelerinde bile kimsesi olmaz sanmıştım ama neredeyse tüm İstanbul buradaydı.
Bir tabur kardeşi olduğunu sanıyordu Kerem. Oysa bir ülke dolusuymuş.. Evi vatan, ailesi milletmiş..
'Şehitler ölmez, vatan bölünmez.' naralarıyla Kerem'i ve beraberinde iki silah arkadaşını daha toprağa emanet ettikten sonra dağılmaya başlamıştı insanlar.. Askerler, defin görevlerini tamamlamış gidiyorlardı..
Taze toprağının önünde diz çöküp adının yazdığı tahtadaki bayrağı okşadım ellerimle. Sonra uzandım yanına boylu boyunca, bir kolumu da attım toprağın üstüne sarılır gibi. Ve kokusunu çektim içime..
"Neden toprak kokuyorsun Kerem?" dedim şaşkınlıkla..
"Evlenirim demiştim sana. Evet demiştim. Sen de söz vermiştin ya hani? Bak hatırlıyorum çocukluğumuzu. Hadi kalk eve gidelim. Burası çok soğuk." dedim toprağı okşayarak.
Kıpırdamadan öylece duruyordum orada. Bir cevap bekliyordum ondan. Ölmüş olamazdı. Burada yatan o olamazdı. Kabullenemiyordum.
"Sen değilsin buradaki." dedim ve elimi kalbime götürdüm.
"Sen buradasın." dedim çaresizlikle.
"Ölsen ilk önce ben hissetmez miydim? Kocaman bir boşluk oluşuvermez miydi tam burada? İnsan kalbi olmadan yaşayamaz Kerem, sen yoksan, gerçekten gittiysen ben nasıl yaşıyorum?" dedim ve bir cevap bekledim ondan. Gerçekten bekledim..
"Kerem.. Çok soğuk burası.. Kalk hadi.." dedim bir süre sonra hissetmemeye başladığım parmaklarımı toprağında dolaştırarak.
Kaç saat orada öylece uzandım bilmiyordum. Uykuya direnen gözlerimi kapatmak istemiyordum. Bir yandan da gerçeğe biraz olsun ara verip, ona kavuşabilmek için rüyalarıma gitmeye can atıyordum.. Ama işin ucunda uyanmak vardı.
Kâbusa uyanmak..
Akrep yelkovanı, günler geceleri, haftalar ayları kovalamıştı.. Kerem gideli on bir ay olmuştu. Ona yakın olabilmek için İstanbul'a taşınmış ve orada bir özel hastanede çalışmaya başlamıştım.
Onu ziyaret etmediğim bir gün bile olmamıştı. Yiğit her gün iş çıkışı beni alıp Kerem'e götürüyordu. Nöbetim olduğu zamanlardaysa, nöbet çıkışı eve gitmeden Kerem'e uğruyor, onu öpüp koklayıp eve geçiyordum.
Bazen öyle çok yoruluyordum ki oracıkta uyuyakalıyordum. İşte bu yüzden gitmeden önce hep Yiğit'e haber veriyordum. Eğer bana ulaşamazsa uyuyakaldığımı anlıyor beni almaya geliyordu.. Bana kalsa orada yaşayacaktım ama buna izin yoktu. Orada ilk uyuyakalışımda, Yiğit beni donmak üzereyken bulmuş ve bu yüzden bir ton azarlamıştı.
Yangınım sönmüyor, içimdeki keder asla azalmıyordu. Kendimi işime vermiş, durmadan çalışıyordum. Boş vakit bırakmamaya çalışıyordum. Zira en ufak bir boşlukta ciğerim sökülürcesine ağlarken buluyordum kendimi. Kâbuslar görüyor, caddede, sokakta, hastanede sürekli olarak birilerini ona benzetiyordum.
Annemle babam da olanları duyunca soluğu yanımda almışlardı. Boşanma aşamasında olduklarını yanıma geldiklerinde öğrenmiştim ama başıma gelen bu felaketin tek tesellisi onların yeniden bir araya gelmeye karar vermesi olmuştu. Çünkü eğer bir sevdiği varsa yüreğimizin; hâlâ nefes alabiliyorken, sımsıcakken teni ve dokunabiliyorken ona, en önemlisi de sevdamıza karşılık alabiliyorken; sahip olduğumuz bu aşka sımsıkı tutunmamak aptallıktan başka bir şey değildi. Ve onlar bunu acı da olsa kızlarının yüreğindeki yangını gördüklerinde anlamışlardı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
DOĞU
Romance"Komik misin?" "Eksiğim." "Masal!" "Kerem?" "Oyun mu oynuyorsun sözlerimle?" "Tutamadıklarınla mı?" "Şunu keser misin?" "Neyi?" "Cümlelerimi ayrıştırıp laf sokmayı." "Üniforman üzerinde değil." "Yani?" "Yani emir komuta bende." ÖNEMLİ: Başlamadan ön...