Kulübeye gelene kadar yürümek istemiştim. Her ne kadar Klaus yürümekte zorlanacağımı ve iyileşmemi geciktireceğimi söyleyip karşı çıksada, içimde ölüm korkusu ya da acı olmadan bu yollardan geçmek istiyorum. Sonuçta evim buradaydı ve bu ormana sürekli geliyordum. Her baktığım yerde bu kötü duyguları hatırlayacağım kesindi ama en azından her şeyin sonrasında nasıl düzeldiğini, umudumu kaybetmemem gerektiğini hatırlamam gerekiyordu.
"En azından dinlenebilirsin!" benden biraz geride durup sesini yükseltti. Omuzlarını silkip yürümeye devam ettim. "Nerina lütfen!"
"Ben iyiyim" sesimin cılız çıkmasını dert edemedim çünkü düşmelerden olsa gerek vücudumun çoğu yeri ağrıyordu ama bunu düşünmek istemiyorum.
"Buna inanmıyorum" kolumu her zamankinden daha yumuşak tuttuğunda bile incinen yerler acımıştı. Ses çıkarmamaya çalışarak durdum."Tamam sadece bir dakika, en azından kalp atışın düzelene kadar" O diyene kadar bu kadar hızlı çarptığını bilmiyordum. "Sebebi ben olmadığım için fazlasıyla sinirime dokunuyor" gülümsemeye çalıştım.
"Az önce oğlumu kucağıma aldım yani teknik olarak sebebi yine sensin"
"Bu cümle çok hoşuma gitti"
"Güzel çünlü bir dakikamız doldu" dinlenip yürüdüğüm için ayaklarım daha fazla ağrımıştı.
"Ben seni neden dinliyorum ki?!" ayaklarım yerde kesilip, direnemeden kucağına geçtiğimde inene kadar beni evden uzaklaştıran o kadını hatırladım. O acıyı, onun acısına rağmen koşmasın ve geriye düşerken karnıma değen darbeden dolayı attığım çığlığı. "Gördün mü? Çoktan geldik bile!" içeri girip geniş koltuğa beni bıraktı. "Şimdiye kadar seni dinlediğime inanamıyorum"
Boğazımın kuruduğunu hatırlayınca su almak için kalktım. En son ne zaman bu kadar susamıştım Ben? Sanırım Nim'e hamileykendi. O zamanlar hamile olduğumu bilmediğim için dudaklarım kuruduğunda sürekli suya gidiyordum sonrada öğrendim ki bebek kan istiyordu.
"Nereye?"
"Su" kelimeyi söylerken ağzıma kan tadı gelmişti. Sanırım çığlık atarken düşündüğümden daha fazla bağırdım ama diğer acıdan dolayı bu acıyı farkedememiştim.
"Neden benden istemedin?!"
"Çünkü kendi.." boğazımı temizlemek yerini öksürüğe bırakınca Klaus endişelenmişti. Artık daha fazlası mümkünse. "Kendim alabilirim"
"Önce şu koltuğa otur!" emir vermesinden nefret etsemde karşı çıkmadan koltuğa döndüm. Elinde benim Alexandre için kullandığım su dolu kap ve burdaki kıyafetlerinden biri vardı, bunun paralelliğine gülmemi tutamadım.
"Gülüyorsun ama dizlerin yaralı" Küçük bir hamleyle kıyafetini parçalayıp dizimi kendine çekti. Ten rengim kan kırmızısı, çamur kahve, buzlar düşmekten oluşan yaraların moru ve o lanet ateş çemberinin duman renginden oluşuyordu "Galaksi renkleri gibi duruyor, değil mi?"
"Bacağıma asılmayı keser misin?" sildiği yer temizlenmek yerine yeni yaraları gösterince gülümsemesi yüzünde kaldı. "Belki de banyoyu kullanmalıyım"
"Evet" adım attığım anda kendimi yatak odasında bulmuştum bile. "Klaus şunu yapmayı kes artık!"
Beni duymazdan gelip suyu açtı. Beni kendi yıkamayı düşünüyordu sanırım."Gel hadi"
"Teşekkür ederim Klaus, kendim yıkanabilirim" kabul etmediğini gösteren bir ifadeyle beni çekiştirince sinirle belimdeki elini ittim. "Kendim yaparım dedim Klaus!"
"Yardım etmeye çalışıyorum!" onun kalbini kırmak istemiyorum ama sınırlarım zorlanıyor gibi hissediyorum.
"İstemiyorum! Beni yalnız bırak!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ECNADEYN
FantasyGeçmiş ve gelecek, aralarında bulunan zamanın kayıp insanları, kaybolan hayatlar, kaybolmak istenilen hayatlar, sessiz fırtınalar, öldüresiye nefret, nefretten doğan aşk, yüz yılları hiçe saydıran saniyeler, yıkılan imparatorluğun sebebi olan ve yen...