Duygular

992 58 71
                                    

Sokaklar...Sokaklar...Ne bitmez sokaklar...Ama anlıyorum. Kısalıyorsunuz. Sanki bizi ayırmaya çalışıyorsunuz gibi ve bu canımı yakmaya yetiyor. Bunu çok iyi biliyorsunuz. Evet...Onu tanımıyor ama ondan ayrılmakta istemiyorum. Evet...Evet. Biliyorsunuz. Neden böyle hissettiğimide anlayamıyorum biliyor musunuz?

Evimin önüne geldiğimizde yüzüm düştü ve her şey bir anda yok oldu. Bütün özgür hissetmeler ve gülüşmeler. Ellerimi tutan sıcacık eller. Bu tanımadığım adamdan ayrılmak canımı neden bu kadar yakıyor? Gerçi tanımadığım değil. Sadece ismini bildiğim. Yani tanımadığım işte. Birinin ismini bilmek yeterli mi?

Kafasını kaldırarak apartmana baktı. Sonra da bana döndü. Koyu gözleri beni izliyor ve ikimizde tek kelime etmiyoruz. Yüzüne düşen saçlarını ince parmaklarıyla geri itti. Bende yutkunurken dudaklarımı aralayarak aramızdaki sessizliği bozdum.

"Teşekkür ederim. Bugün için...Çok eğlendim."

Evet...Çok. Çok hemde çok.
Gülümseyerek başını salladı ve hala ne yapacağımı bilemeyerek onu izliyorum. O da beni...
Şu an onu öpmem mi gerekiyor? Yanağından ya da dudağından. Bu durumu daha da klişeleştirmez mi? Kendimi aptal yerine koymak istemiyorum doğrusu.

Bakışmalarımız uzadığında ve labirent kadar derin koyu gözlerinde kaybolduğumda derin bir nefes alarak sertçe yutkunup gülümsedim.

"İyi akşamlar..."

Sesim titremiş her zamankiden daha da kısık çıkmıştı. Çünkü aslında bunu söylemek istemiyorum. Başka şeyler. Başka şeyler söylemek istiyorum. O başını sallayarak bileğindeki saate bakıp gözlerini yeniden bana dikerken ve bayıldığım İngiliz aksanı...

"Günaydın."

Mükemmel yüzü pembe dudaklarından dökülen kelimelerden pişman olmuşcasına buruştu. Bende kıkırdayarak dudaklarımı ısırdım. İşte yine birbirimizi izliyoruz ki biz birbirimizi izlemek haricinde pek bir şey yapmıyoruz zaten ve yine sessizlik ikimizi esir alıyor. Yağmur bile gözlerimizin birleşerek sessizleşmesiyle damlalarını yavaşlatıyor sanki. Yere düşen damlacıklar fısıltılar haline yayılıyor. Artık bu birbirimizi izleme olayı garipleşmeye başlıyor ve hiç istemesemde kapıya doğru ilerliyorum. Kolumu tutup gitmeme izin vermemesini istiyor. Sadece...Onun yanında olmak. Onun olmak istiyor. Kabul ediyorum. Ondan ayrılmak istemiyorum ama istediğim olmuyor ve kendimi karanlık apartmanın içinde bulduğumda derin bir nefes alarak yüzüme düşen saçlarımı geri itiyorum. Sessiz apartmanın içinde dikiliyorum.  Merakım beni dürtüklemeye başlarken...
Gülümseyerek "Arkanı dön ve ona bak Windy." diyor içimdeki ses. Beni kapıya doğru çevirip gözlerimi ona dikiyor. Bu bir ayrılık gibi hissediyor ve korkuyorum. Derin bir nefes alarak sokağın karanlığında soğuğun ortasında sırılsıklam bir şekilde dikilerek elini cebine sokan, sigara paketini çıkarınca içinden su akarken kaşlarını çatıp yüzünü buruşturan onu izlerken...

İnsanlar onun hakkında ne deselerde bana herkesin anlattığından daha farklı biri gibi geliyor. Bu adam. Hatta emin oluyorum. Onu tanımadan bu akşam hakkında düşünürken. Şu yüzüne bak. Evet yorgun, umursamaz, alaycı ve gergin gibi ama tatlı yüzünü gördüğümden beri. O sarhoş, mutlu ve sevimli adamı.

Benim burada olduğumu, onu izlediğimi bilmemesine rağmen utanıyor gülümsemeden duramıyorum cama yapışırken. İnsanlar benim hakkımda da bir sürü şey söylüyorlar diyorum. Bazen ben bile söyledikleri şeylerin doğru olduğunu düşünüyor nefessiz kalıyorum ama sonra yine kendimle baş başa kalıyorum. Galiba bu yüzden yapa yalnızım diyorum ve anlıyorum. Onun geçek kişiliğini saklama olayını. İnsanlara bu kadar uzak oluşunu. Hak veriyorum ama neden ben diyorum. Neden bana gösterdi. O adamı...

Alex Turner || I Wanna Be YoursHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin