"Seni Özledim..."

993 57 78
                                    

Hafif bir esinti...
Çıplak bacaklarımda gezen. Saçlarımı uçuran...
Güneşin yaydığı sıcaklık ve...Bütün gözler.
Bahçedeki. Bütün gözler. Sanki üzerimdeler ki sanırım öyleler. Telefonlardan yansıyan flaşlar.
Fotoğraf sesleri.
Sonra...
Sonrasını boşver. Asıl önce nasıl buraya geldiğimden başlamalıyım. Evet. Salona gelmiştim. Gereğinden fazla erken. Kimse yokken daha rahat ve odaklı çalışabildiğimden sanırım ki öylede oldu. Baya iyiydim. Salon dolmaya başlayana kadar. Başta bir kaç kişi. Sonra ise...Tam olarak otuz. Otuz kişi.
Bir kabile misali.

"Hey!! Neden dışarıda çalışmıyoruz? Hava çok güzel. Hemde bir kaç göz üzerinizde olursa belki biraz daha ciddiye alırsınız şu işi. Öyle değil mi?! Hadi!! Toparlanın! Bahçeye çıkıyoruz."

Bayan Carter...

Bahçeye çıktığımızda çimlere değen çıplak ayaklarımla gıdıklanarak derin bir nefes aldım.
Şimdi daha gerginim. Çünkü şimdi okuldaki bütün gözler üzerimde gibi değil. Tam olarak öyle aslında. Bahçede. Yerde, çimlerde uzanan, camdan derslerinin sıkkınlığıyla kafasını dışarı uzatan.
Okuldaki herkes. Herkes!

Çimlerin üzerine oturarak bacaklarımı esnetmeye çalıştım. Ayaklarımı. Herkes hala bizi izliyor. Azgın erkek sürüsü, dedikoducu kız toplulukları ve- bir kaç başka grup. Mesela özenen ama bu bölümü okumaya cesaret edemeyenler. Aralarında konuşuyorlar. Ayağa kalktım ve başımı eğerek başka şeyler hakkında düşünmeye çalıştım. Mesela haraketler? Gösteride kullanılacak haraketler. Elimi ileriye doğru uzattım. Çift olarak yapılan haraketi tek başıma yapmaya hazırlanıyorum. Ne komik. En mantıklı haraketi seçmişim ama o anda yüzümdeki gülümseme akıp gidiyor. Belimi biri kavrayarak beni kendine bastırdığında. Hızla ürkerek arkamı döndüm. Bruce? Gülümsüyor. Hiçbir şey olmamış gibi. Hiçbir şey! O kalbimi kıracak şeyleri kendisi söylememiş ve telafi etmek içinde sürekli çabalamış gibi ama hayır! Beni aramadı bile!! Herkes neden böyle davranıyor sahi!! Herkes neden bu kadar umursamaz!!

Onu sanki dans ediyormuşuz ve bu da provanın bir parçasıymış gibi ittiğimde kıkırdayarak ben ondan uzaklaşmadan önce belimi sıkıca kavradı ve kendine çevirdi. Sinirle kükrediğimde ise şaşkınlıkla beni izledi. Neden şaşırdı sahi? Ne bekliyordu ki?!

"Kes şunu! Bana dokunma!"

Kükredim dedim değil mi? Bana öyle geldi ama sadece onu göğsünde itip kendimden uzaklaştırmaya çalıştım ve fısıldarken de, sanırım az da olsa sesimi yükselttim. Kısacası kükremedim. Kükremenin yanından bile geçemedim bakınca. Normal ses tonumda konuştum. Pek bu ses tonunu kullanmadığımdan-hep fısıldadığımdan- bana kükreme gibi geldi sanırım.

Etrafımızdaki bir kaç kişi sesimi duyup bize döndüğünde ki ne meraklılar ama?! En ufak bir ses duysunlar hemen dönüp izliyorlar. Ağızları açık bir şekilde. Dudaklarımı birbirine bastırarak derin bir nefes aldım ve tokamı çıkarıp yüzüme düşen saçlarımı sıkıca topladım. Bruce'un sesiyle başımı kaldırıp söyledikleri karşısında sinir topu haline gelmeden edemeyerek.

"Özür diledim işte! Neden bu kadar inatçısın!"

İnatçı mı? Özür dilemek mi?!! Özür filan dilemedi ve belki haklı ama sadece inatçı olduğum konusunda. Çünkü zaten başka bir konuda haklı olması imkansız bu durumda ve evet! Ne diyordum? İnatçıyım. İnatçı ama bir o kadar da haklı. Çünkü hakketmediğim pek çok şey söyledi ve bana hakaret etti. Telafi etme gereğinde bile bulunmadan. Komik olan şu ki, şimdi karşıma geçmiş kıkırdıyor ve söylediği şeyler için beni suçluyor. Bu ise beni sadece güldürüyor. Sadece güldürüyor ama gülmüyorum. Elimdeki şişeyi bir anlık sinirle göğsüne fırlatıyor ve üstüme doğru yürüyüp bileğimi sertçe kavrayarak beni kendine çekip dişlerinin arasından sinirle konuşmaya başladığında, gözlerindeki deli ateş bedenimde bir titreme oluştururken, o an kendi cesaretime şaşırmadan edemediğimi kavrıyorum. Gerçekten...
Şişe fırlatmak mı?

Alex Turner || I Wanna Be YoursHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin