- Hadi Zeynep. (Zeynep ona dönüp bakarak bizimle ilerlemeye başlamıştı. Kardeşi ise eski haline dönmüş hırlayarak ayağa kalkıp peşimizden gelmeye başlamıştı.)
Karanlık tünele tekrardan girmiştik. Tek fark artık virüslüler yolun sonunda değildi. Fakat Zeynep'in kardeşi -Zeynep'in kardeşi demek ne kadar doğru bilmiyorum o şeye- arkamızdan geliyordu. Yavaştı, sanki amacı saldırmak değildi. Sinan en arkada, saldırma ihtimaline karşı hazır bir şekilde ilerliyordu, biz ise Can ile yan yana yönümüzü bulmak için duvara dokunarak ilerliyorduk.
Zeynep'in kız kardeşi bir süre sonra peşimizden gelmeyi bırakarak hızlıca geriye doğru koşmaya başladı. Bir şey olmuş olacak ki bizi bırakıp oraya döndü.
- Hızlanmamız lazım. (dedi Sinan.) Bir şeyler oluyor.
Cevap vermeden adımlarımızı hızlandırdık. Önümüzü görmediğimiz için koşmaya korkuyorduk. En sonunda tünelin sonunda bir ışık göründü. Işık sayesinde etraf daha aydınlıktı, en azından artık koşabilecektik. Işığa doğru hızla koştuk. Işığın olduğu yerde bir merdiven vardı. Yukarı baktığımızda dışarısı görünüyordu. Önde Can olmak üzere tek tek merdiveni çıktık.
Şehrin ortasına, resmen kanalizasyondan çıkmış olduk. Bir anda kalbim hızla atmaya ve nefesim kesilmeye başladı. Gözlerimi kapattım, derin nefes aldım ve tekrar açtığımda toz bulutu vardı etrafta ve koşan insanlar. Yanımdan hızlıca geçtiklerinde fark ettim; onlar Sinan, ben ve Batu'ydu. Ama nasıl olabiliyordu bu? Peşlerinden Kurt kovalıyordu. Kurt beni fark etmedi, kimse fark etmedi. Peşlerinden koşmaya başladım. Yolun sonunda virüslüler, etraflarını sarmıştı. Kurtlar, virüslüleri görünce hızla kaçışmışlardı. Korktukları çıkardıkları seslerden belliydi. Sinan, ben ve Batu virüslülerin ortasında kalmış, ellerinde silahlarıyla kendilerini savunmak içi bekliyorlardı. Kurtarmak için yerden bulduğum bir taşı, dikkatlerini çeksin diye fırlattım ortaya. Dikkatlerini çekti evet, ama bir şey göremeyince hedeflerine geri döndüler. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum, bir yandan ormandan gelen ateşler şehre sıçramaya başlamıştı, etraf duman altıydı, bir yandan virüslüler saldırmak üzereydiler ve büyük bir patlama sesi geldi. Ses o kadar yakından gelmişti ki kulağımda geçici ses kaybı oluştu, kendimi yere attım kulaklarımı kapatarak. Bu sırada virüslülerin bazıları sese doğru koşmaya başlamıştı. Kulağıma seslerin gelmesini beklerken bazı virüslüler onlara saldırmıştı ve savaşıyorlardı. Yardım etmek için koşarak yanlarına ilerledim, fakat ben koşarken bir patlama daha gerçekleşti, bu sefer çok daha yakındandı, bu yüzden yere düştüm. Kafamı yere çarptım, fakat sanki hiç öyle bir şey olmamış gibi ne kanama, ne ağrı... Herkes yere düşmüş, virüslüler, Sinanları terk etmişti. Fakat ben kendimi, Sinan'ın başında ağlarken gördüm. Yolun ortasında Sinan başına oturmuş ağlayan bir ben vardı. Zar zor ayağa kalkıp yanlarına doğru ilerlediğimde, Sinan'ın patlama sonucu yaralandığını gördüm. Karnına demir parçası girmişti. Batuhan tshirtünden bir parçayı hızlıca söküp Sinan'ın yarasını sarıp kan kaybetmesini engellemeye çalıştı.
- Hayır ölemezsin, yine olmaz. (dedi Batuhan.)
Cevap vermeye bile gücü kalmayan Sinan, yanında oturan bana baktı. Yavaş hareketlerle onun yani benim elimi tuttu.
- Beni... unutma. (dedi her kelimenin sonunda nefesi kesiliyordu. Batuhan ellerinin arasına kafasını almış bir şekilde başımızda volta atıyordu. Ben ise ayakta olanları izliyor, fakat hiçbir şey yapamıyordu. Sinan'ın ölüşünü izliyordum.) Seni...
- Gitme lütfen gitme. Ben seni de kaybedemem.
- Seviyorum. (dedikten sonra son nefesini verdi.)
Bir anda Sinan'ın içinden çıkan bir ışık hızla büyüyüp hepimizi fırlattı. Yere düştüğümde tek gördüğüm bembeyaz bir ışıktı ve ışığa yenik düşerek uykuya daldım. Gözlerimi açtığımda şehrin ortasında öylece dikiliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DENEY
Science FictionBir oyunun içine hapsolsaydın kurtulmaya mı çalışırdın yoksa yaşamaya mı? Ama ya hapsolduğunun farkında değilsen? Oyunun içine girmeye hazırlan. Kaçış yok.