- Hey, beni de bekleyin. (Seslendim ve arkalarını dönüp bana baktılar. Ezgi'nin yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Altı kişilerdi. Ezgi, Can, Ali, Sinan, tabi ki Zeynep ve adını bilmediğim biri daha. Yanlarına ulaştığımda Zeynep ters ters bana bakıyordu ve ardından Sinan'ı yanına çekti.)
Benim yüzümden tartıştıklarını duyabiliyordum. Zeynep, benim de geldiğimi öğrendiği için bizimle gelmek istiyordu, fakat Sinan gelmesini istemiyordu. Ezgi yanıma yaklaştı.
- Biliyordum geleceğini.
- Bana sürpriz oldu. (dedim gülerek. Sinan, kızı ikna etmiş olacak ki ekibin yanına geldi.)
- Hadi gidelim. (Haritayı açtı ve yönümüze baktı.) Bu taraftan.
Ormanda yürümeye başladık. Güneş doğmaya başladığı için orman o günkü kadar korkunç değildi. Ezgi yanımda yürüyor, Sinan ve adını bilmediğim çocuk önde, arkamızda da Can ve Ali yürüyordu.
- Zeynep, döndüğümüzde seni öldürecek bence. (Ezgi, Sinan'ın duymasını istemediği için fısıldadı.)
- Onun farkındayım. (dedim gülüyordum.)
- Acaba neden tartıştılar?
- Bilmiyorum. (Benim yüzümdendi ama neden? Dün gece yaptığım şey aklıma geldi, belki onu görmüştü. Sinan'dan özür dilemem gerektiğini düşündüm. Uygun bir anda dileyecektim, kimsenin anlamaması gerekiyordu.)
Yaklaşık iki saat yürüdükten sonra dinlenmek için bir ağacın kenarına çöktük. Kimse konuşmuyor, herkes ormanın bize sunduğu manzaranın keyfini çıkarıyordu. Kuş sesleri, hafif bir rüzgar esintisiyle huzurlu hissettiriyordu. Adını bilmediğim çocuk yanımda oturmuş, bir şeyler söylemek istiyor ama çekiniyor gibi bana bakıp gözlerini kaçırıyordu.
- Biz tanışmadık bu arada. Ben Asel.
- A.. doğru, ben seni tanıdığım için... Neyse ben de Hakan.
- Memnun oldum.
- Asıl ben memnun oldum. (Kısa bir sessizlikten sonra yutkundu.) Şey.. Televizyondakinden daha güzelsin. (Herkes bir anda bize baktı, Sinan hariç herkes kıkırdadılar, Sinan gözlerini devirdi.)
- Teşekkür ederim. (Dedim gülümseyerek. Sinan ayağa fırladı.)
- Eğer sohbetiniz bittiyse yola devam edelim. (Ezgi ayağa kalktı.)
- Evet bence de hadi gidelim artık.
Tekrardan yola koyulmuştuk. Ağaçların arasında yürürken Hakan ile sohbet ediyorduk. Mühendislik okuyormuş buraya gelmeden önce. Para için kabul etmiş buraya gelmeyi aynı benim gibi. Gülerek sohbetimize devam ederken Sinan sohbetimizi böldü.
- Biraz daha sessiz mi konuşsanız? Kurda konumumuzu bildirmenin anlamı yok.
- Emredersiniz Sinan bey. (Cevap vermeyip ilerlemeye devam etti. Sinan'ın yanına ulaşmak için hızlandım.) Haritamı alabilir miyim? (Yüzüme bakmayarak uzattı.) Sinan, dün geceden dolayı bana ters davranıyorsan bir daha olmayacak merak etme.
- Sessiz ol. (Gözlerimi devirdim ve haritayı açıp incelediğimde duraksadım. Bir gariplik vardı, çünkü şuan nehrin orada olmamız gerekirken hala ağaçların arasındaydık.)
- Pusula nerede? (Etrafıma bakınmaya devam ediyordum.)
- Unuttuk. (dedi Hakan.) Biz de yola çıktıktan sonra fark ettik. (Sinan'a bakarak söyledi.)
- E bravo. Sanırım yanlış yerdeyiz.
- Nasıl anladın? (dedi Sinan dediğime inanmayarak.)
- Nehre gelmiş olmamız gerekiyordu. (Haritada nehri gösterdim.)
- Evet Asel doğru söylüyor, bizim ilerlediğimiz yol, bizi direk nehre çıkarmıştı. (dedi Ezgi umutsuzca etrafına bakarak.)
- Belki daha ileridedir. (dedi Can.)
- Su sesi duyuyor musunuz?
- Evet bir ses duyuyorum ama bunun su sesi olduğunu hiç sanmıyorum. (Dedi Ali korkuyla.)
Hırlama sesi geliyordu bir yerden ama tespit edemiyorduk, çünkü tek değildi sanki. Herkes bıçaklarını çıkarıp etrafına bakınmaya başladı. Bir çalının arkasından dal kırılma sesi geldi. Hepimiz o tarafa baktık. Çalıların arasında bir şey vardı. Hareketlenme arttı ve çok uzun beklememize izin vermeden çalıların arasından üzerimize doğru fırladı.
- Batuhan?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DENEY
Science FictionBir oyunun içine hapsolsaydın kurtulmaya mı çalışırdın yoksa yaşamaya mı? Ama ya hapsolduğunun farkında değilsen? Oyunun içine girmeye hazırlan. Kaçış yok.