Can ile yemek alanına doğru ilerledik. Yağmur azalmıştı, neredeyse bitmek üzereydi. Boş bir bank görüp ona doğru ilerledim.
- Nereye?
- Şu bank boş, oraya oturup sizi bekleyeceğim.
- Islaktır.
- Üstüne çıkıp otururum o zaman. Ondan da bir şey olmaz.
- Pekala. Yemek ister misin?
- Olur. (dedim ama amacım yalnız kalmaktı.)
Can'ın yemek alanına gidişini izledim. Batuhan da Can'ın iki önünde duruyor bana ters bakışlar atıyordu. Aramızda baya bir mesafe olmasına rağmen bana olan tavrını fark edebiliyordum. Sıra ilerliyor, öne doğru yaklaşıyorlardı. Fakat Batuhan'ın ara sıra bana dönüp bakması işimi zorlaştırıyor, kaçmamı engelliyordu. Dikkatini dağıtsa bir şeyler hemen fırlayıp Can'ın odasına gidecektim.
Batuhan'ın önünde iki kişi kalmıştı ki önündekiler kavgaya tutuştu. Yemek kavgasıydı. Ortalığın azıcık karışmasını fırsat bilerek fırladım. Koşar adımlarla Can'ın odasına ilerledim. İlerlerken arada arkama bakıp kontrol ettiğimde kimsenin gelmediğinden emin oldum ki rahatça istediğimi yapabileyim. Odanın kapısı açıktı. Direk girip kaskı yatağın üzerinden aldım. Başıma taktığımda çalıştı. Sadece mavi yazılı bir ekran vardı önümde. Yazılar da baktığın noktadaki nesneyi tanıtıyordu. Başka bir işlevi daha olmalıydı. Ama neydi?
Beynimi zorladığımda anılar gelmeye başladı. Yine o esmer kadınla bir odadaydım. Kaskı başıma takmış, oturuyordum. Ee sonra? Yok, dahası yok.
Bir şeyler eksik, yarım... Bulamıyordum. Parçalar birleşmiyordu. Düşünüyordum, düşünüyordum içinden çıkamıyordum. Pes edip kaskı başımdan çıkarmaya yeltendim. O sırada yeni bir anı geldi, daha doğrusu bir his gibiydi. Bir duygu... Kaskı önceden kullandığımda yaşadığım tuhaf duygular... Sanki bir tünelin içinde dönüp duruyordum. Mide bulandırıcı, baş döndürücü bir histi bu.
Bu hissi nasıl yaşamıştım? Kaskı yeniden taktım. Ekranda Sinan'ın yüzü belirdi ansızın. 'Sinan' diyerek kaskı çıkarıp etrafıma baktım, kimse yoktu. Uykusuzluktan ya da yorgunluktan olmuştu herhalde... Hayır denemeliydim tekrardan. Kaskı tekrardan taktım. 'Sinan neredesin?'
Bir anda o mide bulandırıcı his ile başım dönmeye başladı. Yatağa oturup gözlerimi kapattım. His bittiğine kadar gözlerim kapalı kaldı. En sonunda açtım. Mağaradaydım. Şelalenin altındaki mağarada. Buraya kask sayesinde mi gelmiştim? Evet, başardım.
Oturduğum taştan kalkıp etrafıma bakındım. Kimse yoktu. Bir kişi bile. Şelalenin yanına ilerledim. Şelalenin sesi yoktu. Her şey çok sessizdi. Sağır olmuş gibiydim. Görüntüde sıkıntı yok, ama ses yoktu. Ormana doğru ilerledim. Temkinliydim. Çünkü savunmasızdım. Bir anda sesler gelmeye başladı, aniden kulağım açılmış gibi her sesi duymaya başladım.
Ağaçların arasından yürürken ileride bir hareketlilik sezdim. Yavaş adımlarla oraya yaklaşıp çalıların arasından baktığımda Sinan'ı ve Zeynep'i bir kurdun saldırmasını engellemeye çalışırken buldum. Bir hızla çalılardan çıktım. Çalıların sesiyle olduğunu düşünüyordum, hepsi bana baktılar, kurdun da dikkatini çekmiştim. Ama daha sonra kafalarını geri çevirdiler ve kaldıkları yerden devam ettiler. Neden beni görünce tepki vermemişlerdi, anlayamamıştım. Yerden bir taş alıp kurda attım. Bana doğru yöneldi. Dikkatini çekmiştim. Ya şimdi ben ne yapacaktım?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DENEY
Ficção CientíficaBir oyunun içine hapsolsaydın kurtulmaya mı çalışırdın yoksa yaşamaya mı? Ama ya hapsolduğunun farkında değilsen? Oyunun içine girmeye hazırlan. Kaçış yok.