Uzuuuun zaman sonra yeni bir bölüm 🥲🎲🎠
Ama size bir şey diyeyim mi, insanlar, büyük yazarlar haklıymış anacım, insanın zamanı el vermiyor ki. Her şeye nasıl koşalım bizde? Yedi parçaya mi bölünelim? Biraz affedin artık sizde napalım ayol.
...
Aramızda asırlar boyunca hatırlanacak, kitaplara konu olacak, kalbine tutkun kalacağım bir bakışma geçti. Deniz tepkisizce beni izledi, inatçı gururu yada gururumuz arasında kaybolmaktansa ilk adımı atar, istenmesem de orayı terk ederdim.
Belimdeki bir elini çekerek yanağımdaki göz yaşını sildiğinde "Mercan artık beni dinleyecek misin?" diye sordu. Kafamı sağa sola salladım. Şuanda değil onu dinlemek konuşurken dudaklarının hareketini bile izlemek istemiyordum.
Ve "Cevap." diye sorduğumda gülümseyerek alnını alnıma dayayıp gözlerini yummuş, derin nefes alarak avuç içiyle yanağımı okşamıştı.
"Cevaplamayacağım."
Burnunu burnuma sürterek verdiği cevapla yüzümü avucunun arasından çekip ona baktım ve kucağından inmeye çabaladım. "O zaman bırak."
Ellerini belimde daha sıkı bağlayıp merdivenlere yöneldi. "Bırakmayacağım." sinirden ve ağlamak üzere halim yüzünden donup kaldım ve suratına baktım. Hem cevap vermeyeceğim diyordu, o zaman bırak diyince de hayır diyordu dalga mı geçiyordu?
"Yeter Deniz!" diyerek gözlerine baktım ve omzuna bir tane vurmaya çalıştım. "Gerçekten yeter!" bakışlarıma ve ellerime karşın o sadece gözlerime odaklanarak elleri belimde merdivenleri çıkmaya devam ediyordu. Gözlerinden akıp iliklerimi ısıtan duygusal hislerse canımı yakıyordu. Hemde en kabuk bağladığım anda bile bir yerlerimden sızıp bunu bana hissettiriyordu.
Aklıma düğün günümüz geldi, Charles Aznavour'un şarkısında dans etmiştik. Beni kucağına alıp gelinlikle çevirişi, dans boyunca birbirimizin gözlerine aşırı duygu yoğunluğuyla bakmamız, şarkı bittikten sonra dudaklarıma kapanışı... Her şey çok mükemmeldi.
Ama -di, geçmiş zaman eki.
"Parasında, çıkarında değilim, ben bu oyunu karşılığında ne verirsen ver kaldıramam artık lütfen."
Deniz ilk kez gözlerini yumarak alnını alnıma yaslandı ve yürümeyi kesti, ardından beni duvara yaslayarak uzunca bir süre sarıldı. "Beni azat et." diye fısıldadım burnumu çekerek ve çeneme boynum arasındaki yüzünden kendimi geri çekip gözlerine bakmak isteyerek ona baktım. Gözleri, dudakları dibimde kendisi için de bir çıkış arıyordu.
Dudaklarım aralıklı, birkaç saniye nefes alamadan öylece dudaklarına bakarak kalmıştım. Burnumu çektiğimde yüzünü yukarı doğru çok yavaşça kaldırır gibi olduğunu hissettim ve bende gözlerimden yaşlar akarken ona doğru eğilerek burnumu burnuna bastırdım.
"Seni azat edemem." diye fısıldadı gözleri dudaklarımdan göz yaşlarıma kayarken ve belimdeki eli biraz daha yukarı çıktı. "Bunu benden isteyemezsin..." dedi. "İsteme." diye eklendiğinde tek kelime etmesine rağmen sesi can çekişiyor gibi çıkmıştı.
Birbirleriyle, şimşekler çakarken buluşan dudaklarımız kıyamette kaybolmaya mahkumdu.
Birbirimizin kıyametiydik.
Birbirimizin ateşinde kendimizi yakıyorduk. Ve yandığımız bu birbirimizin ateşinin fitilini yakan da kendimizdik.
Kıyameti başlatmak da, bitirmek de bizim elimizdeyken biz sadece içinde kayboluyorduk. Çünkü dünyanın sonu denilen kıyamet, çiğ sütünü emdigimiz annemizin sesini bile unutturacak kadar fazla acı vericiyken ben Denizin kıyametinde çektiğim acıyı bile fark etmiyordum. Kendi benliğimden sıyrılıp ona soyunuyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Abis
ActionBirisi yaşamı ve iyiliği avuçlarının içinde gizleyip dokunduklarına bulaştırırken, diğeri ölümü, çiçek yetiştirir gibi herkesin yaşamının en derinlerine, topraklarına eker. Onları karşılaştıran tek şey ruhlarında gizledikleri o minik çocukların ka...