Bölüm şarkısı : Onur Can Özcan - Çilingir
Indila - Turner Dans le vide
Artık olay zincirinin gerçekleri yavaş yavaş ortaya çıkmaya kitabın ana konusu belirtmeye başladı, sona hazır mıyız gençleeeeerrrr? Çok yakın, hissediyorum.
°Sanki içimde bir kafa daha vardı ve çığlıklar eşliğinde bir şeyler düşünüyor kulağıma doğru bir şeyler fısıldıyordu. Ama ben bunun ne olduğu hakkında hiç bir bilgiye sahip değildim. İyi bir şey mi söylüyor, kötü bir şey mi, yoksa fikir mi veriyordu bilmiyor daha doğrusu anlayamıyordum.
Kulaklarımda cızırtı gibi ses yankılanıyordu şuan, bozuk çok eski bir televizyon gibi hissediyordum kendimi. Çoktan gri ve karıncalanmış bir ekranı gözler önüne sunmuştum.
Ama şöyle bir şey vardı ki kulaklarımda taht kurmuş o cızırtı sesi sanki kafam bomboş bir odamış gibi ekoyla yankılanıyor zihnimin daha da bulanamasını sağlıyordu. Bunun yüzünden şuan ne yaptığımın bile farkında değildim.
"Mercan!" diye bağırdığını işittim ellerime dalmış bir vaziyette Afra'nın altını değiştirirken.
Benim daha önce bahsettiğim buydu, tehlike, korku, panik, telaş, saklama iç güdüsü hayatımızın her alanındaydı. Tamam tabi ki de herkesin hayatında var ama bizimki sınırları çok geçmiş tavan yapmıştı. Böyle olmak zorunda değildi demekten yoruldum ve artık eminim ki böyle olmak zorundaydı... Yoksa biz olmazdık.
Gözlerim dolmuştu.
Dayanamadım ve arkamı dönüp gelişini bekledim. "Mercan ben senin veya-" diye lafını tamamlayamadan odaya girdiğinde durdu ve gözlerimin içine baktı. Öyle çok dikkatli baktı ki bir an beni tamamen artık tanıdığını, hatta ruhuma kendi ruhundan bir parça bıraktığını düşündüm. "Ne oldu?" diye sordu benim sessiz kalmama alışık olmadığı için.
Afra kucağımda duruyordu ve gayet keyfi yerindeydi. "Haya-" lafını bu sefer bölen ben oldum ve üzerine doğru gidip sağ kolumu boynuna dolayarak sarıldım, bu sırada kafamdaki havlu yer çekimine yenik düşerek kafamdan aşağıya savrulmuş güzel şampuanı in hindistan cevizli kokusunun burnuma dolmasını sağlamıştı.
"Sensiz yapabileceğimi mi sanıyorsun?" sesi çok keskin çıkıyordu. Bu iyiydi, bunu düşünmeden emin bir şekilde söylediğini belli ediyordu. "Sensiz ben bu saatten sonra yemek bile yiyemem."
Kulağının dibinde burnumu çektim, kıpkırmızı bir domates olduğuma emindim. "İ- istemiyorum." diyerek hıçkırıp yüzümü boynuna gömdüm. "Seni bir kere daha kanla görmek istemiyorum..."
Şuan çaresizdim.
Kimse sevdiğinin üşümesine bile kıyamadığı omzundan kurşun çıkarmak nasıl bir duygu bilemezdi. Kimse daha önce bunun nasıl bir korku olduğunu benim kadar yaşamamıştı. Saatlerin yıllar gibi geçtiğini, akreple yelkovanın resmen durduğunu, varoluşsal olarak o psikolojik baskının insanın üzerindeki etkisini...
Bu resmen kilometrelerce denizin altına inmek gibiydi. Basınçla gittikçe ve gittikçe büyüyerek seni ezmesi, ruhunun bile sancılar içinde kıvranırken kimseye sesini duyuramayarak ölmek gibi..
Ş
efkatli dokunuşlar parmaklarından saçlarıma geçiyordu. Sıcak teni bir nebze vücuduma rahatlama verse bile bu gerçek bir rahatlama değildi, çünkü biliyordum her an bu rahatlamaya bu büyülü dokunuşların sahibini o ölüm ve yaşımı aynı anda barındıran harelerin her an kaybolma ihtimali olduğunu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Abis
ActionBirisi yaşamı ve iyiliği avuçlarının içinde gizleyip dokunduklarına bulaştırırken, diğeri ölümü, çiçek yetiştirir gibi herkesin yaşamının en derinlerine, topraklarına eker. Onları karşılaştıran tek şey ruhlarında gizledikleri o minik çocukların ka...