Murat
Hadi çık artık bu stadyumdan! Daha neyi bekliyordum ki? Arabada oğullarımla birlikteydim ve onların mezuniyetini bile görmüştüm. Eksik kalan ya da içimde ukde olarak kalabilecek hiçbir şey yoktu işte! Geriye kalan tek şey gaza basıp buradan uzaklaşmak... Ama ayağım gaz pedalını bulamıyor sanki. Gözlerimi dikiz aynasından da alamıyorum. İşin en kötü tarafı, bakışlarımı ve duraksamamın sebebini ikizler de anlamıştı.
Onu başka bir adamla görüyordum. Şaşırmak, şu an benim vermem gereken bir tepki değildi. Biliyorum, biliyorum her şeyi biliyorum. Ama neden tepkilerim benden bağımsız bir şekilde hareket ediyordu?
"Baba hadi gidelim!" Beni ikaz eden Yağız'ın sesine kulak verdiğim esnada Beril karşısındaki adama sarı baretlerden takmıştı. Birbirlerine bakıp sımsıcak bir şekilde gülümsemişlerdi. Beril'in bana bu şekilde bakması için hiçbir şey yapmamıştım. Yine de böyle bakmasını istemekten de geri kalmıyordum. Çünkü ben arsızca hayaller kuran aptalın tekiydim.
Sonunda arabayı hareket ettirerek arkamda kalan görüntüden uzaklaşma kararı aldım. Bunu izlemek bile bana hak görülen bir şey değildi. Stadyumdan çıkana kadar arkama bakmadım. Sadece önüme bakarak yoluma devam ettim. Stadyumun biraz ilerisinde bulunan kırmızı ışıklarda durduğumda ikizler mezuniyet hakkında konuşmaya başlamıştı.
"Galiba en unutulmaz mezuniyetimiz buydu?" Yiğit'in söylediklerine katılarak gülümsedim. Gerçekten harikaydı. İkizler hayattan zevk almayı o kadar iyi biliyordu ki, onlar her harekete geçtiğinde otomatikten çevreleri güzelleşiyordu.
"Lise mezuniyetiniz biraz daha sade olmuştu. Yani o daha resmi gibiydi," diyerek yorumumu belirttim.
"Ufak bir etkinlik olunca müdürle çok yakın oluyorduk baba. Dilediğimiz gibi hareket edemedik ki! Her an ensemde olduğunu hissediyordum."
Bunları söyleyen Yiğit olmuştu tabi ki...
"Bu etkinlik o kadar kalabalıktı ki, rektörün gelip beni bulması saatlerini alırdı," bu dediğine hep birlikte gülmüştük.
Ailecek yemek yiyeceğimiz restorana gelmiştik sonunda. Doğayla iç içe olan restoran, aslında bir restoran gibi değildi. Daha çok çiftlik ya da park gibi duruyordu. Her yerde yeşillik, akan sular ve grup grup hayvanlar vardı. Ailecek gelinmesi gereken bir yerdi.
Tüm aile restorana ulaştığında kocaman bir grup olmuştuk. Üç masanın birleşmesiyle akan nehrin hemen kenarında yerlerimizi almıştık. Keyifli bir aile buluşması gibi duruyordu. Benim için bile öyleydi. Aynur ile aynı ortamda olmamıza rağmen henüz bir sorun çıkmamıştı. Her şey gerçekten normal gözüküyordu. Masadaki herkes ikizlerin mezuniyetine odaklanmıştı.
Aynur'un eşi, ikizler için özel hediyeler alarak onlara mükemmel bir enişte jesti yapmıştı. Hediyeleri açarken de özgüvenle çok beğeneceklerini söylemişti. Hediyesini paketinden çıkaran ilk kişi Yiğit olmuştu. Onun sabrı herkesten azdı. Elinde tuttuğu metrenin üzerinde kendi resmi bulunuyordu. Metreyi açtığında masadaki herkes gülmeye başladı.
"Biz bu şekilde tüm alet edevatı tamamlarız he," bu laflar Yağız'ın ağzından dökülmüştü.
Gülen eniştemiz kollarını sandalyenin arkasına yaslamış bir şekilde oturarak " Beğenmediğiniz mi? Eksikleri şimdiden tamamlamamız gerektiğini düşündüm. Ne de olsa Yiğit hemen kendini inşaata atmak istiyor," gülerek sözlerini tamamladı.
"Yok enişte. Doğru bir karar almışsın. O halde," bakışlarını haylazca dedesine kaydıran Yiğit gülmeye başladı.
Ellerini uzatıp "Dede, çimento paramı da sen verirsin o zaman. Değil mi?" şirince durarak dedesini kandırmayı denedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şehvetin Esiri
General FictionGidenin beni bulmadığı bir dünyada toy halimle hayata tutunmaya çalışırken bir gecede tüm hayatım değişti. Attığım çığlıklar susturuldu, gözyaşlarım görmezden gelindi ve canıma can katarak ölümün eşiğine doğru sürüklendim. Yaşatmam gereken bir konum...