Baktım ki tatil gelmiş, hemen yeni bölüm yayınlayayım dedim. Bu bölüm de nefretini hissedeceğiniz kişi değişecek. Keyifli okumalar...
Multimedyayı açmayı unutmayın :)
Her şey birbirini kovalıyordu. Duygularım örseleniyor, hareketlerim değişiyordu. O geceden sonra, Murat'ın bana üçüncü kez sahip oluşundan sonra her şey bitmişti benim için. Bu ev, anlamını içindekilerle birlikte yitirmişti.
Ne Nur'u görüyordu gözüm ne de Sevim teyzeyi. Yaşamayı hak etmiyordum. Kirli bedenimle bu dünyaya fazla geliyordum. Aldığım nefesin bile fuzuli olduğunu düşünüyordum artık.
Bunları düşünmeye iten kişi Murat, yanıma uğramamıştı. Bir öncekilerin aksine gelmemesinden korkmuyordum. İçimdekileri dışarı savurmak istiyordum. Gelmesini ve açtığı yaraları görmesini istiyordum. Ama o sanki hissetmiş gibi yanıma uğramıyordu.
İçinde hapis hayatı yaşadığım evin odasından da çıkmak istemiyordum. Aldığım her nefesin son nefesim olmasını dilercesine alıyordum. Zaman hızlanıyordu. Ardı arkasına dönüyordu yelkovan ve akrep. Bir yarışa girmişlerdi sanki. Sabah hüzünle açtığım gözlerimi gece ağlayarak kapatıyordum.
Kısır bir döngü misali bir aydır aynı şeyleri tekrar ediyordum. Bir ay! Kocaman bir ay! Bu eve gelişimin ikinci ayıydı. Evde bulduğum takvimi kaldığım odaya aldığım günden bu yana iki ay geçmişti.
İlk zamanlarda ki özgürlük delisi ruhum yerini acizliğe bırakmıştı. Haftalardır içinde yaşam sürdüğüm odanın kapısını açtım yavaşça. Sabahın ilk ışıkları koridoru ısıtmıyordu. Evin içinde ferahlatıcı bir hava vardı. Merdivenlerden inerken etrafa göz gezdirdim. Bu saatte kimsenin ayakta olmasını beklemiyordum. Tıpkı diğer günlerde olmadığı gibi...
Bir haftadır erken uyandığım uykulardan kalkıp bahçeye iniyordum. Güneş yeni doğarken şifreli balkon kapısını var gücümle ittirdim. Geçebileceğim bir mesafeyi açtıktan sonra kapıyı bırakıp kendimi dışarı attım.
Kapıyı hala yaptırmamıştı. Bir aydır kaçmaya yeltenmediğim için içini ferah tutmuş olmalıydı. Haklıydı da. Nasıl kaçacaktım ki? Yakalanıp tekrardan acı mı çekecektim?
Hiç sanmıyorum... Kaçmadığım sürece bana dokunmuyordu. Kaçmayacaktım. Kaçıp, yaralarımı kanatmayacaktım. Çıplak ayaklarımla çimlerin üstünde ilerlemeye başladım. Üstüme almayı unuttuğum hırkayı düşündüm soğuk havayı hissedince. Aldırış etmedim kısa bir süre sonra.
Serin hava, pijama paçalarımdan içeri süzülünce vücudumun titrediğini hissettim. Yalnız olmanın verdiği rahatlama hissiyle ilerledim çimlerde. İstediğim yere gelince durdum. Kesilen ağacın hemen yanına oturdum. Bağdaş kurduğum ayaklarım ağacın hemen yanında kalıyordu. Elimi ağaca değdirdim. Tek dayanağıma...
Onu ben öldürmüştüm. Yaşlı ağacın hazin sonunu kendi özgürlüğüm için erkenden getirmiştim. Heybetli dallarının kesilişini kendi gözlerimle görmüştüm. Pişman değildim ama içim buruktu ona karşı. Kaçma planım işe yaramış olsaydı buna üzülmezdim.
Buradan kurtulamamıştım. Yaşamım boyunca vermediğim mücadeleyi iki ay içerisinde vermiştim. Onda da başarılı olamamıştım. Tıpkı Bahar'ın dediği gibiydim. Kolay olanı seçiyordum her defasında. Ya ölümü, ya da kaçmayı...
Bu durumda kaçmayı seçmiştim fakat işe yaramamıştı. Peki ya ölüm?
Onu henüz denememiş olsam bile birçok kez o tehlikeyi kıyıdan geri döndüğümü biliyorum. Her aynaya baktığımda cansız gözlerimin daha fazla açık kalmasına gerek yok deyip hazin sonlar düşünmeye başlıyorum. Kafamda onlarca plan yaptıktan sonra bir anda gözlerim açılıveriyor ve yaşamımdan bu kadar kolay vazgeçemeyeceğimi anlamış oluyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şehvetin Esiri
General FictionGidenin beni bulmadığı bir dünyada toy halimle hayata tutunmaya çalışırken bir gecede tüm hayatım değişti. Attığım çığlıklar susturuldu, gözyaşlarım görmezden gelindi ve canıma can katarak ölümün eşiğine doğru sürüklendim. Yaşatmam gereken bir konum...