Bu kitapta geçen tüm kişi ve kurumlar tamamen hayal ürünüdür.
°°°Bu son kaybın ağırlığıyla büküldü belim. Soran, anlayan olur mu? Hiç sanmam. Öyle bir kayıp ki, yüreğime hissizliği oturtmuş, üstüne altından bir taht koyup kendi krallığını kurmuş. Ne çok yorgun kalbim, ne büyük acıyla tanıştı ruhum. Bir yerlerde sessizce acı çekiyorum, halimi anlayan, halimi soran yok. Hoş sorsa biri, anlatır mıyım? Onu da sanmam. Biri gelse dokunsa yüreğime, sarsa kabuk tutmuş yaralarımı, iyleşmem, iyileşemem.
Yaram var benim der, deli gibi haykırır ağlarım.
Ben güçlü bir kadın değilim, duygularımı gizleyerek güçlü de kalamam, duygularını saklayan insanların güçlü olduğunu da düşünmem. Ben zayıf olmak istiyorum, korkak biri olmak istiyorum. Kendimi kandırmak istemiyorum. Sarılır kendime, kendimi teselli ederim. Ben korkunca kaçmak istiyorum mesela... Ta ki, kaçıp uzaklaştığım kişinin ben olduğunu hatırlayıncaya dek. Ben kendimden kaçıyorum, kendim ile birlikte kendimden kaçıyorum. Nefes nefese koşarken çarptığım sarp kayalıklarda korkaklığımı görüp çılgınlar gibi kahkaha atmak istiyorum. Ben korkak olduğumu görünce ağlamak değil, gülmek istiyorum.
Mayıs ayının ilk günü, mor bir kelebek büyük pencerenin önündeki saksının üstünde kanat çırparken birden yere düşerek çırpınmaya başladı. Can çekişiyordu, birkaç dakika sonra çırpınışları son buldu, artık hareket etmiyordu. Son nefesini, bir pencerenin önünde, ulaşmaya çalıştığı çiçeğe konamadan verdi. Kelebek öldü, çiçek onun varlığını hissedemeden ölmüştü kelebek.
Pencerenin kolunu indirerek açtım, kelebeği saksıya ulaştırmak için elimi uzattım ama hoyrat bir rüzgar, ben ona ulaşamadan kelebeği alıp götürdü.Buruk bir şekilde gülümsedim.
Bazılarının hikayeleri, mutsuz sonla bitmek zorundaydı. Soğuk rüzgar yüzüme sertçe çarparken sokağın başında, elindeki poşetle koşuşturan çocuğu gördüm. Sokağın ortasına gelirken aniden durup arkasına döndü. Bende onun baktığı yere merakla baktım. Yaşlı bir amca aksak ayağıyla zorlukla yürüyordu. Küçük çocuk, bir elindeki poşete bir de güçlükle yürümeye çalışan yaşlı amcaya baktı. Minik omuzları hüzünle düştü. Az önce koşarak geldiği yolu yavaş adımlarla geri döndü. Muhtemelen ona yardımcı olmak için geri dönmüştü.Dış kapının açıldığını işittim, uzun süredir içinde sessizliğe gömülmüş olduğum yabancı ama bir süredir beni tanıdık gibi ağırlayan odadan ayrılmak için, kapıyı sessizce araladım. Mutfaktan yükselen seslere kulak kabarttım, Luka'ydı. Minik ve sessiz adımlarla mutfağa yöneldim. Masada oturmuş, telefonla konuşuyordu. 'Düğün saati kaç?' dedi ifadesiz bir sesle. Birden bana dönünce irkildim. Çatık kaşları yavaşça düz haline dönerken belli belirsiz bir şekilde 'tamam' diyerek telefonu kapatıp masaya bıraktı.
Ellerimi arkama saklayarak gülümsemeye çalıştım. 'Merhaba,' diyebildim kısık sesle. 'Aç mısın?' dedi yerinden kalkarak. Başımı olumsuzca sallayarak az önce kalktığı sandalyenin hemen karşısındaki sandalyeye oturdum. 'Ben eve dönmek istiyorum,' dedim. Eski ciddi haline bürünerek bir süre yüzümü inceledi. 'Üzgünüm, ama bir süre daha burada olman gerekiyor,' dedi.
'Ben evime gitmek istiyorum,' diyerek direttim. 'Şira, bu tehlikeli olur.'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zehap
Teen Fiction°°° ''Ağlama! Gözlerin yeşilken güzel, onları buğulu olunca göremiyorum,'' dedi gaza biraz daha yüklenirken üzerindeki bakışların yoğunluğunu hissedebiliyordu, dayanamadan yeniden döndü Şirasına. Yeşilin kendince en güzel tonuydu onun gözleri, yeşil...