Ay hello! Pazar geldi yeni bölüm kapınızda bitti. Bu bölümü seviyorum benden söylemesi. Çarşamba yeni bölümde görüşmek üzere!
Çarşamba Para Yarışı'nın son bölümü olacak. Ondan sonra bir çekiliş yapacağım ve sonrasında Devrim Yakut bölümü gelecek.
Yorum ve oylarınızı bekliyorum.
Seviliyorsunuz
-M
🕊️
Pazar sabahı erkenden kalkarken annem merdivenleri temizlemeye gitmeden önce benim için ekmek arası peynir hazırlamıştı. Onu alıp evden çıkmış ve kafeye gidene kadar yolda yemiştim. Kafeye geldiğimde ise masaları silip insanlar gelmeden önce servise hazır hale getirmiştim.
Saatler dokuzu gösterdiğinde kafe kahvaltı bekleyen insanlarla hınca hınç dolmuştu. Arka tarafta bir grup kahvaltılıkları tabaklara doldururken öteki grup servis yapıyorduk. Ben de servis yapan taraftaydım.
Kafede çalışmak bana her zaman insanları daha iyi tanımanın yolu gibi geliyordu. Yemek yeme şekillerden tutun garsonlara davranış şekillerine kadar her şeyini görüp nasıl bir kişiliğe sahip olduklarını anlayabiliyordunuz. Bazen fazla insan görüp bilmek kötü oluyordu.
"Nazlı masandaki müşteriler ayrıldı," dedi iş arkadaşlarımdan biri. Başımı sallayıp tepsiyi alarak masama gittim. Kahvaltılıkların hepsi olduğu gibi duruyordu. Sadece bir iki parça yenmişti. Bunların olduğu gibi çöpe gidiyor olmasına içim daha çok acıyordu.
Bir keresinde bunları bir araya getirip ihtiyaç sahiplerine vermeyi teklif etmiştim de yemediğim azar kalmamıştı. Yok neymiş bunlar çok pahalı ve değerli ürünlermiş. Bilmem nereden özel getiriliyormuş. Müşteri artıklarının başkasının yediğini duysa ne dermiş. Yahu çöpe gidiyor! Çöpe! Müşteri parayı çöpe atmak yerine ihtiyaç sahiplerine gitmesini daha çok isterdi. Bunu patrona anlatamayacağımı biliyordum. Hayır, işin kötü yanı bizim yememize de yahut eve götürmemize izin vermiyordu. Adam resmen gözetliyordu. Bir keresinde bize şöyle demişti:
"Bunun parasını başkası ödedi ve kendisi yemek için ödedi sen ye diye değil. Haram lokma yemeye gönlün el veriyor mu?"
Tam olarak bu cümleleri kurmuştu. Kimsenin boğazından bir şey geçememişti. Açlıktan ölüyordum be adam! Ne vardı sona kalan sigara böreğini yesem.
Salyalarım aka aka masayı toplayıp arka tarafa götürdüm. Tepsiyi bulaşıkçılara teslim ederken orada duran salamları, sucukları ve börekleri yiyemediğim için ağlayacaktım. O kadar açtım.
"Kendine gel Nazlı!" diyerek kendimi tokatlayıp tekrar kafe yerine geçtim ve boşalan masama Helya ile bir adamın oturduğunu gördüm. Adam kırklarını geçmiş biriydi. Helya'nın yanında babası gibi duruyordu. Acaba babası mı derken adam çıplak bacağını ovunca olmadığını anladım. Helya adama sırıtıp kulağına bir şeyler söyledi. Adam da karşılık vererek bir şeyler söylerken Helya kıkırdadı.
Kahretsin, neden benim masamdı?
Derin nefes alıp yanlarına gittim. Helya beni görünce yüzü düştü ve hatta korkuya kapıldı. Adamdan biraz uzaklaşırken adam bana baktı. Akıllı biri olmalı ki Helya'yı tanıdığımı anladı.
"Hoş geldiniz. Menümüz budur efendim," diyerek menüleri verdim.
"Biz başka bir yere gidelim," dedi adam.
"Bence de," diyen Helya ondan önce kalkıp koşarak kafeden çıktı. Adam mahcubiyet dolu bakıp yanımdan uzaklaştı. Kızı yaşındaki biriyle birlikte olmaktan utanmıyordu da başkalarının görmesinden mi utanıyordu? Göstermeye yahut söylemeye utanacağın bir işe kalkışmayacaksın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOLMUŞ MÜREKKEP
Teen FictionNazlı, Can, Ahmet ve Devrim. Her şey Nazlı'nın Snapchat'te Naz adında fake bir hesap açmasıyla başlamıştı. Aslında onun tek derdi platoniği ile st atmakken kendini 1 Milyon skoru olan bir çocukla konuşurken buldu. Üstünde bir de sakladığı sırrı ort...