"Mavilikte bir görkem. Şarkılar dinliyorum. Parmakların, sesinden önce akıyor içime. 'Uçan kuşlar sarhoş olur' bir daha anlıyorum."
-Şükrü Erbaş
...🌼
"Feryadım bazen bir şarkı
Bazen de göğsümde sancı
Anlatmam, zaten duymazlar
Öp dilimde kan tadı var"Dilime dolanan şarkıyı sessiz bir mırıldanışla söylerken gözlerim bahçenin dışına doğru gittiğinde, bahçenin demir kapısına doğru yaklaşan Işıl'ı gördüm. Fakat o henüz beni görmemişti.
Yönümü kapıya çevirirken neşeyle ona sesleneceğim vakit, Işıl'ın bakışları bir yönde durmuş, adımları yavaşlamıştı. Yüz ifadesinde kısa bir şaşkınlığa rastladım. Karşısına bakıyordu ve kaşları çatıktı. Bahçe kapısını es geçti ve baktığı yönde, dümdüz ve hızla ilerlemeye başladı. Nereye gittiğini anlayamadığım için yürüdüm ve kapıyı açtım.
"Işıl." dedim.
"İklim Hanım, çıkamazsınız." dedi, kapının önünde duran adamlardan biri.
"Bir saniye..." derken elimi adama doğru uzattım fakat odağımda Işıl vardı. Beni duymamış gibi ve hatta daha da hızlanarak yürüyordu. "Bir yere gitmeyeceğim. Buradayım." diye ekledim.
"Yağız Bey'in kesin talimatı var. Çıkmamanız gerekiyor."
Adamı duymazdan gelerek birkaç adım attım.
"Buraya baksana!" dedi Işıl, yüksek bir sesle. Kime söylüyordu bilmiyordum. Hemen önünde yürüyen birisi vardı. Üzerinde kabanı, başında kasketi olan uzun boylu birisi... Bir adam...
Kasketli.
Ben iki adım daha ilerlerken Işıl, önündeki adama yetişip kolunu hızla yakalamıştı. Ve akabinde adamın bedenini kendine doğru çevirdi. Gördüğüm yüz, soluk borumdan geçen nefesi engellerken olduğum yerde hızla durmuş, gayri ihtiyari bir şekilde ve belki de korkuyla geriye doğru adımlamama neden olmuştu.
"Sen..." dedi Işıl. Sol elimi şaşkınlıkla aralanan dudaklarımın üzerine kapattım. Mirza buradaydı. İleri doğru küçücük iki adım daha attıktan sonra üçüncü adımım havada kaldı. Çünkü Işıl, Mirza'nın yanağına okkalı bir tokat atmıştı. "Allah belanı versin!" dedi, yüksek bir sesle. Şaşkınlığım artarken diğer elimi de sol elimin üzerine götürdüm.
Aldığı darbeyle kafası yana çevrilen Mirza, herhangi bir tepki göstermedi.
"İklim Hanım, eve girmelisiniz."
"Faruk, şuradaki o adam. Mirza... Yakalayın!"
"Senin ne işin var burada?" dedi Işıl, bağırıyordu. Bu sırada ardımda olan korumalar, onların olduğu yöne koşmaya başladılar. Yüzünü Işıl'a çeviren Mirza'nın gözleri ileride duran bana değdiğinde, ellerim istemsizce karnıma gitti.
Bebeğim... İçimdeki bu his korku mu bilmiyordum ama müthiş bir öfke vardı, bunu iliklerimde hissediyordum. Öne doğru atılmak, Mirza'nın üzerine yürümek istedim. Kaybettiğim bebeğimin hıncını almak için onu parçalamak istiyordum! Bunu yapmak üzereydim. Yapardım da... Hiçbir çekincem yoktu. Fakat bebeğim... Beni o durduruyordu.
"Yakalayın bu şerefsizi!" dedi Işıl, ses tonu oldukça sertti. Mirza'nın kolundan tutmuştu. "Elimizde işte! Bitirin işini! Öldürün bu iti!" Elimizde değildi. Kendi istediği için duruyordu. Yoksa bizden kaçamaz mıydı? Gayet kaçardı. Eğer istemeseydi görünmezdi bile. Kendi ayaklarıyla gelmişti neticede.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞKI VİRANE
Romance"Hep böyle çocuksu mu bakar senin gözlerin?" Enseme doğru yayılan sıcak nefesi, tenimi yalayıp geçiyordu. İçim titrerken, devam etti şiir okuyan yumuşak sesi. "Hep böyle içinde uzak bir ışık mı yanar? Bakışlarında beni dinlendiren bir şey var; Kıyıs...