Gölün kıyısında, ışıkların odağında, otlarla kaplı bir alanın ortasında duran bir granit kütlesine saplı ışıl ışıl kocaman bir kılıçtı Excalibur. Kabzası saf altındı ve oymalıydı. Süslü bir kılıç değildi, fakat ihtişamlıydı.
"Excalibur." dedi Arthur saygılı bir sesle. Heyecanlıydı elbette. Usulca atından indi. Onun inmesiyle beraber orada bulunan herkes indi. Granit kütlesine yaklaştı. Avalon gölü mavi mavi ışıldamaya devam ediyordu. Elini kılıcın kabzasına koydu Arthur. Derin bir nefes alıp kılıcı çektiğinde Excalibur, granit kütlesinden kayarcasına sıyrıldı. Orada bulunanlar dizleri üzerine çökerek Geçmişin ve Geleceğin Kralı'nı selamladılar. O sırada kızıl kuşun haykırışı duyuldu. Büyük bir hızla Arthur'a doğru uçuyordu. Arthur kılıcı kaldırdı.
"Arthur Pendragon. Buraya sana saygılarını sunmaya gelmiş ölümsüz bir yaratığa kılıç savurmayacaksındır umarım."
"Babam senin kötü bir yaratık olduğunu söylerdi." dedi Arthur mavi gözlerini kısarak.
"Babandan bahsediyoruz Arthur. Her büyüyü yasaklayan, şifacıları öldüren bir adamdı o. Druidlere hak vermemek elde değil. Tabi, onlar da bazı şeyleri yapmasalar iyi olurdu." dedi Anka. Arthur artık babasının adını duymak istemiyordu. Konuyu değiştirdi.
"Neden geldin peki?"
"Buraya sana saygılarımı sunmaya geldim. Geçmişin ve Geleceğin Kralı'na. Seninleyim Arthur. Sana yardım etmek için buradayım."
Arthur kılıcını indirdi. Anka çelik mavisi gözlerini kırpıştırdı.
"Güzel. Şimdi işimize bakalım. Şövalyeler daha fazla dayanamazlar." Anka onları hızlıca Kamelot'a uçurdu.
Kamelot'a baktığımızda, Anka'nın haklı olduğunu görüyoruz. Ölümsüzler hala Şatonun dışında duruyordu. Kahramanca direnen Kamelot şövalyeleri de ne kadar dayanabileceklerini merak ediyorlar, kralları için dua ediyorlardı. Anka orada bulunanları Camlen Şatosu' na götürdü. Morgause ve Morgana oradaydı. Şatonun içine usulca süzüldüler. Camlen şatosu kötülükle ışıldıyordu adeta. Bulutlu gökyüzü şatoyu daha kötü göstermişti. Dışarıdan bakıldığında masumiyetin gizli izlerini barındırsa da şato sanki o masumiyeti içindeki kötülükle eritmişti. Yabani otlar hayaletlerin varisi gibi sarmıştı şatonun çevresini. Büyük ve yüksek burçları ölüme açılan kapı gibiydi. Şatonun içi ise karanlık bir cehennemi andırıyordu. Mermer zemine vuran ay ışığı iki kadının kötülüğünün utancındaydı.
Morgause ve Morgana bomboş salonda yüksek bir kaideye yerleştirilmiş kadehin başında el ele tutuşmuşlardı. Morgana başını Morgause'un omzuna dayamış öylece duruyordu. Mordred ise ellerini aşağıya çevirmiş büyü yapmaya başlamak için hazırlanıyordu. Loş ışık karanlık şatonun siyah duvarlarını daha da basık gösteriyordu. Eski ve hayaletli gibi duran bir şatoydu Camlen. Bir anda büyük kapı açıldı ve Arthur ve ekibi salona hızlıca girdi.
"Bakın kimler gelmiş?" dedi Morgause şaşkınlık ve alay karışımı bir ses tonuyla. "Nasıl geldiniz bilmiyorum ama size nazik bir hoş geldin demeyi çok görmemeliyiz değil mi?"
"Laf oyunlarını bırak Morgause. Buraya eski bir hesabı kapatmaya geldik." dedi Poyraz. Öfkeden titriyordu ama soğukkanlı olmayı başarabilmişti."Öyledir lordum. Sizin kardeşinize olan ilginiz de malum zaten." dedi Morgause.
'Her zaman biliyordu. Beni ilk gördüğü andan itibaren.' Poyraz kendini topladı.
"İğrenç ithamlarını dinlemeyeceğim. Öleceksin Morgause."Mordred kılıcını çevirerek Morgause'un önüne geçti.
"Önce beni geçmeniz gerekir."
"Benim için büyük bir zevktir." dedi Mehmet. Kılıcını sıyırdı. Karşısındakinin ustaca kılıç kullandığını gören Mordred büyü ile Mehmet'i geriye doğru itti. O sırada beynine saplanıp çıkan ağrı yüzünden iki büklüm oldu. Hemen kendini toparladı ve Mehmet'in aniden yaptığı atağa karşılık verdi. Bir süre sonra Anka Mordred'i omuzlarından yakalayarak yükseldi. Mehmet de arkadan gelen askerleri gördü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zaman Yolcuları [ZAS -2] (Tamamlandı)
Science FictionZÜMRÜD-Ü ANKA SERİSİ -2 Hiçbir insan sıradan değildir, her birinin kendine has yetenekleri vardır. Süper kahraman olmaya gerek yok, eğer kontrollü davranırsanız, dünyayı kurtarabilirsiniz. Sıradan olduklarını sanan beş genç bir gün yeteneklerinin ve...